
Vakit bırakmamışız kendimizi dinlemeye. Hep bir koşuşturma hep bir hengâme. Eğitim hayatı, iş hayatı demişiz ama unutmuşuz yaşamayı. Mutlu olmak için girdiğimiz yollardan farklı hedefler edinip çıkmışız. Kariyer basamaklarını tırmanırken çürüttüğümüz zamanın bizden götürdüklerini görememişiz. Diyor ya Zarifoğlu, “Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik.”
Aktarlarda baharatların yanında huzur otu, mutluluk yaprağı, sevinç tozu da bulunsaydı keşke. Böylece daha az görürdük mahkeme suratlı insanları ve daha renkli yapabilirdik yaşamayı. Gerçi bunları bile almak istemeyenler de olurdu değil mi? Sonuçta nerede görülmüş koyu kalpli kimsenin renkli kalemlerle resim çizdiği?..