3 Ramazan 1442
Bulutlu bir havayla Ramazan’ı karşıladık bu sene. Bulutlar ağır ağır geziyor üzerimizde. Ramazan hangi mevsimde gelirse gelsin, kendine ait bir kokusuyla semaya terennüm ediyor. 1441 Ramazan’ından bu yana her Ramazan’dan bir farkla; evlerimizde, çekirdek ailemizle iftar ediyoruz. Küresel bir felaketin merkezine sıkışıp kalmış olsak dahi “Her şerde bir hayır vardır.” sakinleştiricisiyle tevekkül ediyoruz Rabb’imize.
Bütün bu düşüncelerle eve doğru giderken Suriyeli komşumuzla karşılaştım. Kapılarının önünde “sûs سوس” ismi verilen bir çayı hazırlıyorlardı. Selamlaştık, hâlleştik ve Ramazan ayımızı tebrikleştikten sonra, hazırladıkları çayı incelemeye koyuldum. Arapça ismi “sûs سوس” olan bu çay, çiğ hâli beyaz bir bitkiden yapılıyor. Bu bitki aslında bize uzak olmayan, adına aşina olduğumuz ve farklı meşrubatların yapımında da rengi ve kokusuyla içindekiler kısmında şahit olduğumuz bir bitki, meyan kökü.
Suriyeli kardeşlerimiz meyan kökünü önce geniş bir tepside ıslatıyor, daha sonra kuruması için güneşli bir alanda bekletiyorlar. Güneşte bekleyen meyan kökü koyu bir renk alıp kurumaya yüz tutunca da o meyan kökünü bir tülbent içerisine alarak sürahi üzerine koyuyorlar ve üzerine damla damla su akmasını sağlıyorlar. Burada suyun damla damla akması çok önemliymiş. Bu şekilde su, bir sürahiyi doldurana kadar akmaya devam eder. Tülbent içerisinde birkaç saat bekleyen meyan kökü simsiyah bir renk alınca buzdolabında soğumaya bırakılıyor.
Meyan kökü çayının yapımını anlattıktan sonra, bana da iftara hazırlamam için toz hâliyle ikram ettiler. Her ne kadar doğru bir şekilde hazırlayabileceğime ne onlar ne de ben inanamasak da onların hatırı için deneyeceğim inşallah 🙂