Bû Bekir yüz bin salât eyler şefâatkânına
Yâre gelmek ister ammâ sarp yokuşlar saklıdır
Na’t-ı Rasûl -2-

Bû Bekir yüz bin salât eyler şefâatkânına
Yâre gelmek ister ammâ sarp yokuşlar saklıdır
Rüyalarıma gömmüşüm seni, orada hâlâ dirisin
Sisli masalların berrak sularında yüzer gibisin
Gelincikler konuşur seninle, zarif ellerinde okşanır…
Ah derin düşüncelerden kaçan şu asır!
Yakıyor Bilâl’leri, sırtlarında hasır
Kıtlık ki evrenselmiş yalnız midede değil
Kandırılmış zihinlerde çalıyor bin türlü zil
Acılarımı yazmak için gelmiştim buraya kadar
Durdum, döndüm ve baktım
Yalnızca ruhumda dinmeyen ağrılar var
İçimde bitmek tükenmek bilmeyen fırtınalar…
Silkin mazeretlerinden, yürütmez seni bu ağırlık
Büyütmez hayat sandığın şu sanrılar yumağı
Vay ki koşuyor dört nala
İçimde biriken hayretler…
Ulaşmak zor değil, ellerinle
Sürüklediğin o seslerin
Ardına düşmek…
Gözlerinle çevrelediğin parmaklıkların
Dikenli tellerle kaplı olduğunu bilmiyordum
Bir ikindi yarısı, gökten inerlerken öğrendim…
Keyifler neyi isterse o dinlendi
İnsanların yüzlerine bakmak,
Hikâyelerini öğrenmek anlamsızlaştı
Anlamsızlaşan bakışlar anlamsız ekranlara kayarken
Asıl değerini yitirdi yirmi birinci asrın insanı…
Ukbâya varmak için…
Yürümeliyim tekinsiz yollarında ‘kendim’in
Karanlık riyâ dehlizlerine açılan,
Kibirli uçurum kenarlarımda
Yalın ayak yürüyüp de sağ kalmalıyım.
Yeni doğan her çocuğun gurbetteki annesi olarak girdim şehre,
Ninnilerim fısıldanırken kulaklarına…