Yeni İnsan, Eski Okul
Yazar: Adem Ceylan
Modern toplum ve modern devletin ortaya çıkışında ve sürekliliğinin sağlanmasında eğitimin rolünü konuşmamak, meseleyi idrak etmemek demektir.
Son iki yıldır yaşadığımız olağan dışı günlerin hayatımıza ilk dokunan kısmı, okulların kapanması oldu. İki hafta arayla başlayan sürecin uzamasıyla birlikte okul, eğitim, öğretmenlik gibi birçok kelime günlük konuşmaların en çok kullanılan kelimeleri hâline geldi. Kapanmanın uzamasına paralel biçimde öğrenciye ulaşma ve ders aktarım enstrümanlarını çeşitlendiren bakanlığın uygulamalarıyla birlikte yükseköğretim kurumlarının da eğitimlerini uzaktan devam ettirmesi, eğitimi bütün veçheleriyle yeniden değerlendirmeyi zorunlu hâle getirdi. Odağında insan olan eğitimi ve eğitimin planlamasını düşünmek, eğitimi planlayan iradenin; insan, evren, hakikat algılarından bağımsız düşünmenin mümkün olmadığını söylemek, izahtan varestedir. Aynı şekilde eğitimden bahsetmek, eğitimin müesseseleşmiş hâlinden de bahsetmek olacaktır. Eğitimin yaygın ve zorunlu hâle dönüştüğü son birkaç yüzyılda bu duruma öncülük eden devletlerin eğitimi zorunlu hâle dönüştürerek neyi murat ettiklerini de konuşmak gerekmektedir.
Burjuva ve köylülerin ittifak ederek, kilise ve aristokrasiye karşı kazandıkları zafer, yeni bir tasarım ve bu tasarımın muhafazası üzerine kurulu idi. Bu zaferi devamlı hâle getirecek şey, tasarımın omurgasını oluşturacak müesseselerdi. Bunların ilki modern devlet idi. Bir diğeri yeni ekonomi ve onun yeni kuralları, üretim, tüketim ve dağıtım biçimiydi. Bir diğeri bu yeni devletin korunması ve güvenliği için zorunlu askerlik, modern bir ordu ve modern güvenlik sistemlerinin kurulmasıydı. Bir diğeri ise günlük hayatın akışını ilgilendiren toplumsal kurumların ihdası idi. Bu sayılanların fevkinde olan ise modern devletin ve ekonominin temel yapı taşı olan modern birey-vatandaşın imalini sağlayacak eğitim idi. Modern toplum ve modern devletin ortaya çıkışında ve sürekliliğinin sağlanmasında eğitimin rolünü konuşmamak, meseleyi idrak etmemek demektir. Bu döneme kadar insanların bir arada yaşamasını temin eden kavram ve değerleri üreten kilisenin zayıflatılmasına paralel biçimde onun yerini alacak, onun icra ettiği toplumsal rolleri oynayacak yeni kurumun okul, projesi de modern devletin mucitlerine ait kamunun eğitimi projesidir. Modern okul, kiliseye karşı değer üretecek merkezin adıdır.
Modern eğitime biçilen rol, sadece enformatik ve kültürel aktarım mıdır? Tabii ki hayır, haddi zatında modern eğitim modern bireyi imal etmek arzusu güder ki bu bireyi tasarlamak da topluma hâkim olan elitlere düşer. Standartlaştırma, senkronize etme ve merkezîleştirmede zirveyi temsil eden modern devlet, tüm bunları modern eğitimin omuzlarında icra eder. Tek tip üniformalardan ezberletilen metinlere, eğitim yılı takviminden okul saatlerine kadar standardize edilen her şey birçok farklı coğrafi, kültürel, zihnî ve ekonomik farklılıkların göz ardı edilmesine yol açtı. Eğitimin merkezîleşmesi ve standart hâle gelişi ile modern devlet bilgi aktarım süreçlerini de temellük etmek istediğini açık etmiş oldu. Toplumsal hafızanın aktarım kanallarının farkında olan modern devlet, evvela bu kanalları tıkayacak, ardından da muhayyel bir hafıza icat edebilecekti. Modern bilme yönteminin bilgiyi atomize etmesinin yan etkilerini teşhis edebilmek için ise çok uzun zamanların geçmesini beklemek gerekti.
Müesseseleşmiş eğitim sistemlerinin yapısının ve işleyişinin özgül karakteristikleri, bir kültürel keyfiyeti yeniden üretme işlevinin yerine getirilmesi için gerekli kurumsal koşulları, kuruma özgü araçlarla üretmek ve yeniden üretmek zorunda olmasına borçludur. (Bourdieu, Jean-Claude Passeron, Yeniden Üretim: Eğitim Sistemine İlişkin Bir teorinin ilkeleri s. 87). Okul bu yeniden üretim sürecinin bir parçası olarak ideolojik aşılama politikalarının yatağı pozisyonundadır. Üretilmek istenen habitus ancak eğitim ile gerçekleştirilebilir. Modern Batı’nın kaderinden pay almayı ilke edinmiş Türk eğitim sistemi için de aynı şeyler geçerlidir. Türk eğitiminin ana gayesinin izhar edildiği temel kanunlar, modern devlet teorisi içerisine yerleştirdiğimiz makbul vatandaş imalini açık eder.
Mecburi eğitimi meşru hâle getirmek için yapılan tüm çabalar bana göz bağcılığı gibi geliyor. Eğitim sisteminin planlayıcılarının birçok farklı gerekçeyi bir arada düşünerek meşrulaştırmaya çalıştıkları mecburi eğitimle, insanın aile-mahalle-şehir- doğa ile aidiyet geliştireceği zamanın önemli bir kısmı çalınıyor. Kültürel aktarımın ilk ve en çok yapılacağı ailesine terk edilemeyecek kadar kıymetli görülüyor çocuk. Devleti ve önceliklerini merkeze alan eğitimin, insanı mücehhez hâle getirecek bir serüven olduğunu iddia etmek, her geçen gün güçleşiyor. İkbalin, istihdamın ve başarının gölgesinde terbiye ağacı büyümüyor.
Rububiyyetin mazharı olarak terbiye; insanın ruhu üzerinde sevgi, örneklik, ödül, ceza vb. sayesinde icra edilen tesirin adıdır. Terbiye insanın biyolojik yapısından daha çok, ruhi tesir yoluyla içsel bir dönüşümü esas alır. Zecrî talimlerin kazanımları, hayvanlar için geçerli olsa da insan için geçerli değildir. Çok uzun yıllar davranışçı felsefe ile insanın duygularının bile değiştirilebileceğine inanan modern eğitim, insanı diğer hayvanlar gibi mütalaa etme hastalığından kurtulamamıştır. Oysa tüm kadim öğretiler insanın kendisini tanımasını merkeze alan bir bakışa sahiptir. “Kendini bilen Rabbini bilir.” deyişinden “İlim, ilim bilmektir; ilim, kendin bilmektir.” diyen Yunus’a, Sokrates’ten Nietzsche’ye kadar birçok düşünür, kişinin kendini tanımasıyla en büyük eğitimin başlayacağına-gerçekleşeceğine inanır.
Modern eğitimin önemli özelliklerinden birisi de birçok bilgiyi kişiye aktarmasına rağmen tefekkür noktasında insana herhangi bir yönlendirmede bulunmamasıdır. Çünkü tefekkür daha çok geçmişten başlanarak derinleşen bir şeydir. Bu yönüyle tefekkür geleneksel bir niteliğe sahiptir. Modernitenin eğitim anlayışı ise şimdiye ve geleceğe odaklanır. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in ifadesiyle, “Tefekkürü olmayan bir eğitim sadece uygarlığı geliştirebilir, kültüre hiçbir katkı sunmaz.”
Modern eğitimin amaçlarını beş başlıkta toplayan Gatto, bunları şöyle sıralar:
Hizaya sokma işlevi: Düşünsel itaati aşılayarak itaat eden muhayyileyi inşa etme
Bütünleştirme İşlevi: Konformist, uyumcu birey oluşturma
Farklılaştırma İşlevi: Toplumda üstlenilen rollere göre farklı alanlarda eğitme
Seçme İşlevi: Darwin’in doğal seçilimine benzer şekilde zayıfları eleme
Hazırlama İşlevi: Elit bir grubu geleceğe hazırlama (J.T. Gatto, Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı)
Kendisinde özgür düşünmenin dumura uğradığı okulların, hakikati aramak ve insanlar arasındaki eşitliği sağlamak için ihdas edildiğini iddia eden çağdaş eğitim bilimciler, modernitenin mutaassıp bağlıları olabilir ancak iddia ile realite arasındaki uçurum kapanacak gibi değildir.
Neyi, nasıl ve niçin öğreneceğimiz, bizi dün olduğu gibi bugün de meşgul etmeye devam ediyor. Düşünmenin toplum mekanizmasının işlerliğine çomak soktuğu bir ortamda insanı eleştiriye götüren bilgi, insanın varlıkla ilişkisindeki dikkatini artıran bilgidir. Hayat tarzının devamı için değil, yani bir aracı elde etmek için değil de sadece duyarlılıkları dolayısıyla bilgi ve düşünme serüvenine talip olanlar öğrenmeyi öğrenme yoluna girmiş olurlar. (İ. Özel, Tahrir Vazifeleri, s. 48-51). Sözümüzü başladığımız yere geri döndürerek hibrit, uzaktan, dijital sıfatlarıyla birlikte kullanımının gittikçe yaygınlaştığı eğitim, bakalım yeni insan tanımlarının tartışıldığı, insan sonrasının hayal edildiği vasatta, süreci eski okul ve eğitim anlayışı ile devam ettirebilecek mi?
Yorum gönder