Bir Yolcunun Afganistan Hatıraları -2-
Röportaj: İbrahim Ethem Okuyan
“Gücü eleştirel bakmak tabiatımda var. Taliban veya bir başkası gücüne yaslanıp insana namlu dayadığında bunu doğal karşılayacak bünye bende yok. Kimliklere bakmaksızın ahlakî ve faziletli olanı seçme kaygısındayım. Bu istikametten de vazgeçmeyeceğim. Bunu terk edersem o zaman yolu terk etmiş olurum. Bir yolcu olma iddiasını ve imtiyazını terk etmiş olurum.”
II. BÖLÜM
Afganistan yolculuğunuz boyunca sosyal medyada birçok paylaşım yaptınız. İlk paylaşımlar arasında sınırda tanıştığınız sigara satıcısı bir kız çocuğu vardı. Elinde İstanbul simidi. Kimdi o kız çocuğu? Henüz başlangıç noktasındayken neler hissettirdi size?
Nasıl başlarsa öyle gidiyor ya çoğu şey. Bir gam çöreklendi göğsüme ve hiç eksilmedi. Her kilometrede bir kontur gibi arttı durdu. Gördüğüm fakr u zaruretten ötürü çok geceler uyuyamadım. Uykusuz gecelerin sabahında yorucu koşturmalara mecbur olmak yıpratıcıydı. Yoksulluğun ısırıcılığından daha zehirli bir şey vardıysa zombilerdi. Başkentin ve tüm kentlerin demirbaşları olan eroin bağımlıları. İptilanın son evresinde, altın vuruştan önceki son merhalede yalpalayan, insanlıktan çıkmış insanlar. O adını unuttuğum kızla başladı sefalete yolculuğum. Beni çok mutsuz etti Afganistan. Bir daha mutlu biri olabilir miyim, hiç sanmıyorum.
Afganistan paylaşımlarımızın belki de en çok yüreğe dokunan kısımları sokakta yaşayan çocuklardı. Neler gördünüz? O çocuklar neden sokaklarda yaşıyor?
Yetim onların çoğu. Bir kısmı da ebeveynlerince o hayata mahkûm edilmiş. “Git ve günde bize şu kadar para getir, yoksa gelme!” denmiş çocuklar. Onlar bizi ayrı yaşlandırdı. Kocalttı beni resmen. Betona bir çul gibi serili sabiler acaba başlarına gelen şeyi yorumlayabiliyor mıydı? Bir çuvalın içine girerek ısırgan güz gecesinden korunmaya çalışan sabi mesela? Onu uykusundan uyandırmak için sarsmak zorunda kalmıştık. Gözlerini açtığında ona iyilik yapmak için gösterdiğimiz gayrete bir mana verememişti. Bu her şeyden daha çok yaralayıcıydı. O yaşta ümidini kaybetmişti çocuklar.
Yetimhane ziyaretleriniz de oldu? Sizden yetimhaneler hakkında bilgi alabiliriz miyiz? Ne durumdalar acaba?
Birkaç yetimhaneye gittik evet. Ne durumdalar? İstif hâlde gördüm çocukları. Farklı yaş gruplarını aynı odalarda tutan, bence pedagojiden ve pek çok şeyden yeterince ders almamış bir yaklaşımla idare edilen, ilkel yurtlardı çoğu. Tabi bu Afganistan şartlarında beş yıldızlı otel demek, dışarıdaki beton soğukluğuna nispetle. İHH’nın yetimhanesine gittik mesela. Yetimhane deyince binlerce çocuk filan tahayyül ediyorsunuz. Sadece onlarca çocuktan söz ediyoruz aslında. Binlercesi sokakta veya sığıntı olarak yaşamaya devam ederken sadece onlarcası korunaklı bir yer bulma bahtına ermiş gözüküyor. Yapacak çok iş var Afganistan’da. Şimdiye kadar yapılanlar anca bir girizgâh.
Yine sosyal medya paylaşımlarınızda Afganistan’da uyuşturucu kullanımına dair yaptığınız paylaşımlara değinmek istiyoruz. Özellikle sokaklarda uyuşturucu kullanan ve tedavi gören bağımlı kadınlar dikkatimizi çekti. Anlatmak ister misiniz?
Rakamlar havada uçuşuyor ama gerçekte ne kadar, bilen yok. Rehabilitasyon merkezindeki müdire hanım, 80 bin civarında kadın bağımlı olduğunu söyledi ama birileri de kalkıp 1 milyon rakamını telaffuz edebiliyor. İlk görüş bence daha makul fakat bu hiç de durumun vahametini görmezden gelmemizi gerektirecek küçüklükte bir miktar değil. Çok az şey yapılmış onlar için. İnsan inanamıyor bu ümmetin bu kadar gafil ve gaddar olabileceğine. Dehşete kapılıyorsun gerçeğin aşağılayıcılığından.
Yine tartışmalı bir konu olan Afganistan’da müziğe değinsek… Hâli hazırda serbest mi yasak mı? Mesela müzisyenlerin durumu nedir?
Yasak evet. Davulla zurnayla duyurulmuş bir yasak var mı bilmiyorum fakat müzisyenler kayıptı. Kaçaktılar. Her nere gitmişlerse kaybolmuşlardı. Çoğunun İstanbul’da amelelik ettiğinden emin olabilirsiniz. Bir müzik aleti yapıcısı yaptığı çalgı aletlerini sakladığı yeri gösterdi. Silahlı örgüt üyeleri kadar ihtiyatlı ve illegaldi.
Türkiye’nin Afganistan’daki çalışmalarına şahit oldunuz mu? Maarif, TİKA ya da farklı STK’ların çalışmaları gibi?
TİKA güvenlik sebebiyle eskisi kadar aktif değil. Maarif’se kendi yerleşkeleriyle sınırlı kalmak üzere faal. En azından erkek okulları faaldi. Şimdi kız bölümleri de açıldı tekrardan. Harikulade şahsiyetler tanıdım aralarında. Ahlakî ortalamaları Türkiye standartlarının çok üstündeydi. İçlerinde Afganistan’la özel bir gönül bağı kurmuş gani gönüllü şahsiyetler vardı, onlarla hasbihal yorgun Kâbil gecelerinde çok lezizdi.
Türk dizilerinin Taliban öncesi Afganistan’da çok izlendiğini biliyoruz. Peki, Taliban sonrası da izleniyor mu?
Daha Afganistan’a varmadan Pakistan’da Türk dizilerinin ekmeğini yemeğe başladık. Gittiğimiz her yerde başta Ertuğrul olmak üzere birçok dizinin kahramanlarına atfen yapılan konuşma ve repliklerle muhatap olduk. Afganistan içinde bir gencin doğrusu adını dahi duymadığım bir Türk dizisinin hatırına bize yemek ısmarlamaya kalkması çok hoştu. En dokunaklı olanı ise Türk büyüğü Birunî’nin mezbeleye dönmüş kabrinin bulunduğu sokakta Çukur dizisinin sembolünün duvarlara gururla çizilmiş olmasıydı. Tabi bunlar mazide kaldı. Kadınların varlığından ve görünümünden ötürü Taliban’ın bunlara izin vermesi düşünülemez. Artık alenen değil de gizlice seyredecekler; ne yapabilir ki Taliban?
Kabil havalimanında tarihe geçen görüntüler gerçekten korkunç görüntülerdi. Havalanan ABD uçağından düşen genç özellikle. Siz bu gencin ailesine ulaştınız. Neler konuştunuz? Nasıl bir bakış açıları var?
Babası bir emekçiydi ve doğrusu canından bir parçayı kaybetmiş olmanın acısını kalbinin derinlerine gömmüş, oğlunun katkısı olmaksızın ailesini nasıl geçindirebileceğini kara kara düşünmekle meşguldü kafası. Yas bile tutamamış gibiydi. Çalışması gerekiyordu ve çalıştığında şayet bir ücret alabilecektiyse bile bu aile nüfusuna kesinkes yetmeyecekti. Bunca acı arasında dik durmaya çalışması ve anlatımındaki intizam, insicam saygı uyandırıcıydı. Yine bunca acı arasında Türkiye vurgusu yürek burkucuydu. Mazlumların bu yeryüzünde Türkiye’den başka melceleri yok ve Türkiye’nin hâli de esasen ortada. Gücümüz, kapasitemiz, kalibremiz ortada. Ben o garibandaki umut için de ülkemizin sahici bir umut olamayış gerçeği için de ayrı ayrı eseflenmekle mükelleftim.
Peki, tüm bu analizlerinizden sonra Afganistan’ın geleceği hakkında ne demek istersiniz?
Gelecek kelimesi ile Afganistan yan yana gelince hava birden puslanıyor. Niye olmuş, nasıl olmuş, ehlince bile tam bilinmeyen bir surette bu tuhaf coğrafya dünyanın harp meydanı olmuş. Süper güçler mi dersiniz, bölgesel güçler mi dersiniz, kimin varlık iddiası varsa orada birilerini partner veya taşeron tutup rakiplerinin partner ve taşeronlarıyla tokuşturmak gibi korkunç ve de iğrenç bir teamül var. Bu teamül sürdükçe Afganistan’da huzur ve sükûn muhal. Kötü haber şu ki bu teamül kesinkes sürecek. Afganistan başkalarının savaşlarının arenası olmayı sürdürecek.
Büyük bir coğrafyayı gezdiniz ve bu yolculuk esnasında muhtemelen pek çok olay yaşadınız. Bunların içinden ilginç bulduğunuz, anlatsam roman olur diyeceğiniz olaylardan bahseder misiniz?
Şair veya yazar olmasam da paratoner gibi hikâyeleri üstüme çekerim veya hikâyeler mıknatıs gibi çeker kendine beni. Başım hadisesiz kalmaz, sağolsun insanoğlu yüzünden. Ben de doğrusu aranırım da. Belgeselci olarak bu vazifemdi de. Gözlerimi dört açmak zorundaydım. Ekip içinde en dikkatli kişi olmak yaraşırdı bana. Uykusuz gecelerimin ceremesini bazen arabada kestirmek şeklinde çekmek zorunda kaldığımda yerime bir nöbetçi muhakkak koyar ve kayda değer her şeyi kaydetmesini isterdim.
Çok şeyler yaşandı. Bana en çok dokunanı az evvel bizi sollamış arabanın içinden babanın ölü, oğlun sağ çıktığı sahneydi. Oğul yirmilerinin sonunda dev gibi bir adamdı, uzunca boylu babası kanlar içinde yatarken muhtemelen kendisi iç kanama geçirmekteydi ama kasvet içinde susuyordu. Direksiyonda kendisi vardı çünkü ve hayat artık eskisinden bile daha ağır biçimde omuzlarına çöreklenmişti. Hayatım boyunca o suskun kasveti unutamayacağım. Daha başka neler neler… Anlatsam roman olur hakikaten.
Son olarak sosyal medyada paylaştığınız fotoğraflardan birkaçını yorumlamanızı istesek sizden.
Son bir senede çok unutkan bir adam oldum. Hafızamı zorlayacak olursam: Herat’taki betonda yatan yetimler ilk aklıma gelenler. Onlarla ilk ben karşılaştım, eczaneye giderken ayağıma dolanan şeyin bir çocuk olduğunu anladığımda kanım dondu o soğuk gecede. Böyle başladı hikâye ve Fevzi Yılmaz’ın gayretleriyle şimdi orada dört başı mamur bir yetimhane kurulmak üzere. Bu işin sevabından bir parça umuyorum ben. Belki cehennemin homurtusundan o yetimlerin paçalarına tutunarak kurtulabileceğim. Diğer bir foto hangisi olabilir, düşüneyim. Hatıra diye bir kızla hatıra fotoğrafı çekilmek istemiştim. Gazni’de bir lokantanın önünde dileniyordu. Yüklü bir sadaka vermiş olmama rağmen benimle fotoğraf çekilmeye tenezzül etmedi. Afganlarda en sevdiğim şey doğal vakardı. Onlar arasından kolay fahişe çıkmaz. Dilencilerinde bile bir vakar var dipten dibe.
Kandahar yolunda cüce bir dilenci mesela, kendisiyle söyleşmek istediğimde laf biraz uzayınca hemen tavrını koyup kadrajdan çıkmaya yeltenmişti. Eyvallahsızlık bir dilencide de güzeldi.
Bir başkası hangisi olabilir? Şu olabilir: Herat kalesinde söyleşi yaptığım genç kız Manija. Taliban etrafımızdan ayrılmıyordu, kim ne diyor diye yanaşıp eller tetikte resmen ve cismen beyanlara müdahil oluyorlardı. Orada o kızın benimle söyleşmek isteyip dimdik bir duruşla “Ben okulumun açılmasını bekliyorum, doktor olmak istiyorum!” deyişi kahramancaydı. Bunu böyle söyledim diye birçok eski dost bana tavır almayı uygun buldu. Diledikleri tavrı almakta özgürler.
Şu var ki ben o kızın tavrını haklı ve kahramanca bulduğum için hayat tarafından tekzip edilmedim. Taliban da bu talebe karşılık verdi nitekim. Taliban’dan çok Taliban’cılık yapanlar düştükleri ofsayttan ötürü özeleştiri yapacak değiller elbette. Taliban’ın gazeteci veya belgeselciler etrafındaki elde silah gövde gösterisi yaparak halkın beyanlarına etki etme denemesindeki berbat polis devleti görüntüsünden de bir gün rahatsızlık duyacak rüşte erebilirler mi, bilemem.
Gücü eleştirel bakmak tabiatımda var. Taliban veya bir başkası gücüne yaslanıp insana namlu dayadığında bunu doğal karşılayacak bünye bende yok. Kimliklere bakmaksızın ahlakî ve faziletli olanı seçme kaygısındayım. Bu istikametten de vazgeçmeyeceğim. Bunu terk edersem o zaman yolu terk etmiş olurum. Bir yolcu olma iddiasını ve imtiyazını terk etmiş olurum.
Nihayet, Afganistan’daki son günümüzde bir üniversitede Hatıra isminde, şiir ve felsefeyle iştigali olan harikulade bir kızla fotoğraf çekildim. Benim kitaplarımı merak ettiğini söyledi, tercümanım da son romanımı ileteceğine söz verdi kendisine. Türkçe okuyamayacak olsa da bir Afgan kızının beni okuma ihtimali bana anlatılmaz bir heyecan ve gurur vermeyi ilanihaye sürdürecek. Afganistan’da böyle güzel hatıralarım da olmasa acı hatıraları anlatacak mecali de bulamazdım zaten.
Bülent Bey yoğun çalışma temponuz arasında bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz…
Ben teşekkür ederim…
Yorum gönder