Din Nedir? İnsan Hayatına Ne Getirir?

Din Nedir? İnsan Hayatına Ne Getirir?

Yazar: Seyfettin Huca

Öğrencilerle, bazen de dostlarla uzun zamandır, sık sık konuştuğumuz bir konumuz var: Din nedir? Ne işe yarar? İnsan hayatına dair teklifi nedir? Elbette bu sorulara pek çok farklı cevap verilebilir. Cevaplar; hangi dinden bahsettiğinize, cevap veren kişinin din bilgisine ve dinî anlayışına göre farklılıklar taşır. Bu sorulara İslam dini özelinde ve ayetlerin, hadislerin, Peygamber Efendimiz’in hayatından öğrenebildiklerimiz ışığında cevaplar vermeye çalışalım. Bunu yaparken bu sorulara iyi düşünülmüş, her bir iddiası, açıklaması birbiriyle uyumlu, kendi içinde tutarsızlık/çelişki içermeyen cevaplar vermek önemlidir. Çünkü devir değişti gibi sanki. Öyle, bir kabilenin ya da kavmin reisi falanca dine girdi diye, reisinin peşi sıra bütün kabilenin/kavmin o dine girdiği durumlar pek kalmadı. Hayat bireyselleştikçe insanların kendilerini ilgilendiren her meselede kendi tercihlerini kendilerinin yapma isteği artıyor. Bunu söylerken; insanlar manipüle edilemiyorlar, farkında bile olmadan tercihlerini onların hiç tanımadıkları birileri yönlendirmiyor demiyorum. Evet, bu sorunun farkındayım ama yine de birçok kişi kendi hayatıyla ilgili tercihleri kendi yapma isteğinde/çabasında. Bunu yaparken de en büyük ihtiyaç; bilmek, anlamak. Bence mesele, inandığımız dinin matematiksel kesinlikler gibi kesinlikler taşıyan ispatı meselesi değil, inandığımız dinin insana/insanlığa ne teklif ettiğini, neyi iddia ettiğini, iddia ve tekliflerini gerçekleştirmek için nasıl bir yol haritası sunduğunu açık, net bir şekilde izah edebilme meselesidir.

Din alanında birçok uzmanlık alanının oluştuğunu görüyoruz. Din felsefesi, din psikolojisi, din sosyolojisi, din eğitimi, dinin inanç, ibadet ve hukukuna ilişkin ilimler gibi. Bütün bu isimlendirmeler ne gösteriyor? Din deyince çok kapsamlı bir olgudan bahsediyoruz. Demek ki sözün başında sorduğumuz sorulara verilecek kapsamlı cevapların -bir sözün kapsamlı olabilmesi için ille de uzatılması gerekmeyebilir- olması lazım. Dinin ne olduğu, ne işe yaradığı, insan hayatına ne getirdiği sorularına vereceğimiz cevabın entelektüel zihne, insanın duygu, eğilim ve ihtiyaçlarına, en küçüğünden en genişine sosyal ilişki ve kurumlara hitap etmesi gerekiyor. Dini yalnızca bazı görüntüler ve ibadet ritüelleri üzerinden anlatan/açıklayan yaklaşımlar aslında yalnız din anlayışında değil, buna bağlı olarak “dindar” anlayışında da yanılmalara sebep olabiliyor. Aslında çoğu kişinin bir din (akım, grup ya da cemaat içinde geçerli) hakkındaki kanaati, o dinin “dindar”larına bakarak oluşuyor. Mademki durum budur, o hâlde “dinin ne olduğu”nu doğru anlayalım ki doğru dindarlar olalım.

İslam özelinde “din”in ne olduğunun, ayetler, hadisler, Hz. Peygamberʼin sîreti ve başta ashab dönemi olmak üzere Müslümanların tarihinden aldığımız işaretler ışığında şu maddelerle ifade edilebileceğini düşünüyorum:

  • Din; bütün “var” olanlara, varoluşa, olay ve olgulara (klasik kaynaklarımızın ifade ediş biçimiyle söylersek, “eşya ve hadîsâta”) dair bir anlamlandırma, bir açıklamadır.
  • Din; varlıklara, olay ve olgulara dair yaptığı anlamlandırma ve açıklamalarla uyumlu, kendine özgü bir değerler sistemidir, değerler dünyasıdır.
  • Din; varoluşa, olay ve olgulara dinin gözüyle bakan, dinin değerler sistemini benimsemiş bireyin kişiliğini/karakterini bir bütünlük dahilinde inşa etme ameliyesidir.
  • Din; kendi inşa ettiği bireylerin kurduğu, kadın ve erkeğin birbirini tamamladığı -aslında “tam”ladığı demek daha uygun- aileyi kurmaktır.
  • Din; kendisinin inşa ettiği bireyler ve kendi tamamlayıcılığıyla kurduğu aile üzerinden hareket ederek, en küçüğünden en karmaşığına bütün sosyal ilişkileri (akrabalık, komşuluk, arkadaşlık, iş hayatı, siyaset vb.) belirleyen/biçimlendiren bir toplum/sosyal hayat projesidir.
  • Din; yukarıda sayılan adımların neticesinde var olan bireyler ve toplumsal yapının gerçekleştireceği ilim, kültür, sanat, hukuk vasıtasıyla ortaya çıkan bir medeniyettir.
  • Din; fitnenin kalmadığı, dinin yalnız Allah’a ait olduğu, merhamet ve adaletin egemen olduğu bir yeryüzü idealidir.

Bu yazdığım başlıkların her biri Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetle tekrar tekrar ifade edilen, dikkatlerimiz çekilen meseleler. Bunları Peygamber Efendimiz’in birçok sözünde, uygulamasında gördüğümüz gibi aslında bütün nübüvvet sürecinde adım adım bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için yol alındığını gözlemleyebiliyoruz. Rasulullah (as), kendi hayatında yapabildiği kadarını yaptı, geri kalanını da ümmetine hedef olarak işaret edip gitti. Dinin kendi mükemmelliği içinde kendini gerçekleştirmesi, artık kıyamete kadar yaşayacak olan Müslümanların, özellikle de  “dininin dindarı” olma çabasında olanların vazifesidir.

Bu sıralamada bir hakikati göstermeye çalıştım. Bu sayılan maddeler, adım adım birbirini takip eden/etmesi gereken, birbirini bütünleyen/bütünlemesi gereken maddelerdir. Eğer bunlar her bir evrede istenilen yeterlikte ve yetkinlikte sağlanamamışsa diğer evrelerde de eksikler, kusurlar yaşanacaktır. Elbette, “tohum ile bitkinin bire bir aynı olmayacağını”, “planlanan ile gerçekleşenin arasında farklar ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu” biliyorum. Zaten hayat, bir varoluş, gerçekleşiş sürecidir. İdeal olan gerçekleşsin diye çabalarız, yoruluruz. Bizi değerli kılan da iyiye, güzele ulaştıracak olan “yolda olmak”tır.

Ve bir de, bir yanlış anlamaya sebep olmayayım diye bir açıklama yapayım. Bu belirttiğim maddeler, biri gerçekleşip bitince diğerine geçilen sınıf geçme sistemi gibi bir şey değil. Her biri diğeriyle iç içe geçmiş, her biri diğerini sürekli gerektiren bir bütünün parçalarıdır.

Şimdi, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılsın, birkaç süslü cümle söyleyip bırakmış olmayalım diye, bu saydığımız maddeleri tek tek ele alıp anlatmaya çalışalım.

 (Devamı gelecek yazıda inşallah.)

Yorum gönder