Din Anlamlandırır, Açıklar

Din Anlamlandırır, Açıklar

Yazar: Seyfettin Huca

İnsanın, sahip olduğu pek çok özelliği ile içinde yaşadığımız şu varlıklar âleminde çok özel bir varlık olduğu açıkça ortadadır. Bunu inkâr etmek veya görmezden gelmek mümkün değil. İnsanı çok farklı hâle getiren en önemli farklılıklarından birisi de “anlam arayışı”dır. En çok sorduğumuz sorulardan biri “Niçin?” sorusudur. Eğer bir şeye anlam verememişsek, onun gerekliliğini ya da önemini de sorgularız.

Aslında düşünme melekesini kaybetmemiş veya düşünme kabiliyeti; oyun, eğlence, geçim telaşı, günlük hayatın nefes aldırmayacak kadar çoğaltılmış rutinleri, yalan ve yanlış bilgilerle köreltilmemişse, insan, hayata ve hayatına dair her şeyi sorgulamaya meyillidir. Anlam arayışı, insanın en önemli özelliğidir. Anlamını yitiren bir ilişkiyi sürdürmek zordur. Anlamsız gelen bir davranışı, ritüeli, geleneği ve hatta ibadeti sürdürmek birçok kişiye ağır gelir. “Yaşamanın benim için bir anlamı kalmadı.” diye bir not bırakıp intihar edenleri duymuyor muyuz? Dünyada oyun ve eğlence sektörünün hızla büyüdüğünü, bu sektörde inanılmaz büyüklükte paralar döndüğünü görmüyor muyuz? Giderek daha çok insanın hayatına daha fazla oyun, eğlence, uyuşturucu girdiğini fark etmiyor muyuz? Birçok insanın hayatına boş vermişlik, umursamazlık, derinliksiz ve süreksiz ilişkilerin hâkim hâle gelmekte olduğunu hep birlikte gözlemlemiyor muyuz? Farklı dinlerden, farklı kültürlerden, dünyanın değişik ülkelerinden araştırmacılar, sosyologlar, psikologlar, düşünürler bu duruma yol açan etkenlerin en başta geleninin “insanların, hayatlarına anlam ve amaç katamama” sorunu olduğunu yazıp duruyorlar.

İşte tam bu noktada hatırlamamız ve herkese hatırlatmamız gereken şey, dinin insanı kuşatan her şeye ve insan hayatına etki eden her olaya/olguya dair bir açıklama ve anlamlandırma olduğudur. Ve yine din, bu açıklama ve anlamlandırmadan yola çıkarak, insana gerçekleştirmek için yaşayacağı bir amaç teklif eder. Bu konunun doğru anlaşılması ve öneminin doğru kavranması hem bizim dinimizle kurduğumuz/kuracağımız ilişkiyi belirler hem de din öğretimi deyince neye daha fazla önem vermemiz gerektiği konusunda yol gösterici olur. Din anlayışımız, doğal olarak dindarlık anlayışımızı da etkiler. Eğer dinin en önemli işlevi olan bu “anlam ve amaç” kazandırma safhası iyi anlaşılmazsa geri kalan bölümlerinde de dinin hedeflediği insan ve toplumu yetiştirmek, en azından istenilen şekilde gerçekleşmez. Dinin istediği dindar birey ve toplum olmayınca da “dinin dünya kurması” ya istenilen düzeyde olmaz ya da yeryüzünde “adalet ve merhametin hâkim oluşu” sürekli ertelenir.

Şimdi, İslam’ın anlamlandırması, açıklaması ve amaç kazandırması konusuna hızlı bir göz atalım. Meşhur soruyu hatırlayalım: Neye baktığınız mı daha önemlidir yoksa nasıl baktığınız mı? Sonucu belirleyenin nasıl baktığımız olduğunu biliyoruz. Mesela, Kur’an okuyan herkes ondan aynı şekilde etkilenir mi? Kur’an kendisini okuyan herkesi hidayete eriştirici, aydınlatıcı ve gönlünün derdine şifa mıdır? Rasulullah aleyhisselam zamanında Mekke’de yaşayanlar, Kur’an’ı bizzat Peygamber Efendimizʼin ağzından dinlediler, üstelik kitabı şahsında en yetkin biçimde temsil edenden dinlediler. Peki ne oldu? Hepsi, hemen iman mı ettiler? Hayır. Kur’an’ın bir Müslümana, hayatın sorunlarında yol gösterici bir rehber olması, Müslümanın kitabına imanla ve bu bakış açısıyla yaklaşması sebebiyledir. Bakış açınızı, yaklaşım biçiminizi değiştirin, her şey değişir. Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil, Peygamberimizʼe hakaretler ederek sevilmeyen, sevilemeyecek bir insan olduğunu söylediğinde Hz. Ebubekir buna çok şaşırmıştı. “Sevilmeye bu kadar layık birine bunları nasıl söyleyebiliyor?” deyince, Efendimiz, “Sen öyle baktığın için öyle görüyorsun.” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Aslında hepimiz aynı şeylere bakar, benzer olaylar yaşarız. Ama aynı gözle bakmadığımız, aynı hâkim bakış açısına sahip olmadığımız için farklı sonuçlara varırız. Bu anlamda sanki din, insanın “aklına” bir gözlük takar ve gözün baktığı her şeyi, bedenin yaşadığı her tecrübeyi o gözlüğün gösterdiği şekilde görmesini, hissetmesini sağlar.

İlk indirilen ayette Allah ne okuyacağımızı mı öğretir yoksa nasıl okuyacağımızı mı? “Yaratan rabbinin adıyla oku!” Ayet, neyi okuyacağını söylemez. Her neyi okursa okusun, o okuduğu şeyi “yaratan Allah” ile ilişkilendirerek okumasını söyler. Yani, okumaya konu olan ne olursa olsun, ister yazılı veya sözlü bir bilgi, ister yaşanan bir hadise, ister varlık âlemindeki her bir varlık, Allah ile ilişkilendirmeden okunduğunda söylemek istediğinin dışında şeyler söyletilmiş olur. O yüzden, kimi iyi niyetli Müslümanlar; evreni, canlıları inceleyen insanların bilgileri arttıkça imana gelmelerini bekler. Hâlbuki öğrendiği, keşfettiği veya fark ettiği her şeyi Allah ile ilişkilendirmeyi sağlayacak hâkim bakış açısına sahip değilse, bırakın imana gelmeyi küfrünü, azgınlığını artıran bir sebebe bile dönüşebilir. Kur’an bile hidayete yönelik bir akli ve ahlaki yönelişle okunmadığında hidayete değil, dalalete sebep olabiliyorsa geri kalanları bir düşünün. Ve işte bu sebeptendir ki, Allah’ın açılıp yayılmış kitabı olan varlıklar, olaylar ve olgular âlemini doğru okuyup anlamlandırabilelim diye, Allah’ın satırlara yazılan kitabı indirilmiştir.

Şimdi, Allah’ın indirilmiş kitabına bakınca “eşya, hadisat ve insan” ile ilgili olarak özetle şunları görürüz:

Kur’an-ı Kerim’de en fazla konu edilen, dile getirilen, dikkat çekilen konu; insan, insanı kuşatan âlem ve bu âlemde olup biten olaylardır. Yüzlerce ayete konu olacak şekilde gökler, yer, güneş, ay, yıldızlar, gece, gündüz, dağlar, denizler, hayvanlar, bitkiler, yağmur, rüzgâr, uyku, hayat, ölüm, sağlık, hastalık, rızkın bollaşması ve daralması, kadın, erkek, insanın duyguları, zaafları ve kabiliyetleri gibi şeylere dikkat çekilir ve bunların her biri “ayet” kelimesiyle ifade edilir.

Anladığımız, öğrendiğimiz şudur: Gökler ve arasındaki her şey yaratılmıştır. Ne kendi kendine açıklanamaz bir şekilde tesadüfen var olmuştur ne de kendi kendilerini var etmiştir. Bir yaratanı, dolayısıyla da bir sahibi vardır. Her şeyin sahibi olan, yarattığı şeyleri terk etmemiş, kendi hâline bırakıp kendini, var ettiği şeyler üzerinde etkisizleştirmemiştir. Yaratan aynı zamanda yönetmektedir. Onun bilgisi, izni ve iradesi olmaksızın hiçbir şey meydana gelmez. Yaratılışın, yaratılan her varlığın, hayatın ve ölümün amacı, anlamı, sebebi vardır. İnsan, yaratılışta kendisine verilen çok özel, çok farklı imkânlar sebebiyle varlıklarda ve var oluştaki anlamı, amacı keşfetmek ve gerçekleştirmekle yükümlü kılınmıştır.

Sözün özü; tüm bu âlemleri, olup biten olayları-olguları, insanı sahipsiz, anlamsız, amaçsız ve hatta saçma görenlere söylenecek sözümüz var. Yaratan bir yüce kudret sahibi yoktur diyenlere de, yaratan yarattığı varlıkların işine karışmıyor, evrensel düzeni kurup/kurgulayıp kenara çekildi diyerek yaratıcıyı etkisizleştirip tatile çıkaranlara da, her şey saçma, hiçbir şeyin deruni bir anlamı yok diyenlere de, bu konu tam olarak bilinemez o yüzden bu konuyla ilgilenmiyorum diyenlere de ellerinden tutup ayağa kaldıracak, kendini önemli, değerli ve anlamlı, hem de çok anlamlı hissetmesini sağlayacak sözümüz var.

Kur’an-ı Kerim’den ve Rasulullah Efendimizʼin hayatından öğrendiğimiz en önemli meselelerden biri de bir insan olarak, bir Müslüman olarak Allah’ın bu açılmış kitabının ayetlerini okumanın, okumayı öğrenmenin, bu ayetlerin sürekli farkında olmanın bir ibadet olduğudur. Peygamber Efendimiz bir gece başını göğe kaldırıp, gökte olanlara bakıp Âl-i İmrân suresinin 190-194. ayetlerini okur ve “Bu ayetleri okuyup da tefekkür etmeyene veyl olsun!” der. Allah Rasulüʼnün sabah olunca, akşam olunca, uyanınca, yağmur yağdığında, rüzgâr estiğinde, hilali gördüğünde, hastalıkta, sevinçte, ölümde, düğünde, savaşta vb. söylediği sözlerin sadece ezberlenip tekrar edilmesi istenen tesbihat ve zikirler olmadığını, aslında çok daha önemlisi bu sözlerin eşya ve hadisata “ayet” gözüyle bakan bir Müslüman bilincinin ifadeleri olduğunu bilmiyor muyuz?! İslam dininin kendi “dindar”ından, her şeyden önce ve her zaman öncelikle tefekkür etme, ibret alma, akletme, öğrenme, fark etme, fark ettiğini idrak etme gibi ibadetler istediğini zihinlerimizde sürekli canlı tutmak gerek.

Kâinata, kâinatta olup biten her şeye ve insana Kur’an’ın “teklif ettiği” açıklamalar ışığında anlam vermek, İslam dininin insan hayatına kattığı, katacağı en önemli faydadır. Bu fayda, Allah’ın Rahman ve Rahîm, Peygamberʼin âlemlere rahmet, Kur’an’ın insanlara rahmet ve gönüllerin derdine şifa olması sebebiyledir. 

Yorum gönder