Gaznelilerde Kültür Ve Medeniyet -I-

Gaznelilerde Kültür Ve Medeniyet -I-

Yazar: Fatma Eşe Ülkümen

Gazneliler devrinde Müslüman bir hükümdarda bulunması gereken siyasî, idarî ve askerî vasıfların yanında, sultanların adalet, cömertlik vb. özellikleri de taşıması, bunlardan da öte ilmî, edebî ve dinî terbiye almış olmaları gerekliydi.

Sâmânîler, Sünni olup Gaznelilerin temelini oluşturmuşlardır (Gazneliler ise onlardan farklı olarak İran temelli bir politika yürütmüşlerdir). Gaznelilerin tebaasını, yerli halk ve Türkler oluşturur. Tebaa olarak birçok etnik grup vardır. Fakat hükümdar Ailesi Kalaç[1] Türklerinden oluşmaktadır. 

Mahmud ve Mesud en önemli yöneticileridir. Onların en başta gelen hedefleri İslam’ın geniş bölgelere yayılmasıdır. Mahmud, Sünni İslam’ın yayılması için yalnızca Hindistan sahasında mücadele etmiş değildir. Nitekim O, Şii mezhebine karşı mücadelesini Büveyhiler’in şahsında yapmış; Multan ve Mansûre’de Karmatilerle savaşmıştır. Sonuçta devletin en büyük sultanı Mahmud kabul edilmekle birlikte, çağdaşları tarafından gıpta edilen “put-kıran” unvanını almıştır. Ardından gelen Mesud ise ilim ve kültürel alanda pek çok güzel faaliyet gütmüştür. 

Bu dönemde saray âlim ve şairlerin toplandığı bir merkezdir. Sultan Mahmud ve oğlu Mesud geleneksel İslam kültürüyle yetişmişlerdi. Her iki sultan da kendi saraylarında devrin en büyük simalarını toplamaya çalışmışlar, şairlere ve ulemaya hürmet ve sevgi göstermişlerdi.

Ayrıca komşu ülkelerden şairleri kendi ülkelerine çağırmışlardı. 

Gazneliler de bilim dili Arapça, edebi ve resmi dili Farsça[2], konuşma dili ise Türkçedir. Yaygın olarak Fars kültürü hâkimdir[3]. Beyhâkî’deki kayıtlardan da, her mahalle gönderilen evrakın genelde o mahallin diliyle yazıldığı anlaşılmaktadır. Mesela halifeye yazılan yazılar Arapça iken, Karahanlı hükümdarı Kadır Han’a yazılan mektup Farsça kaleme alınmıştır. Sultan, hazırlanan evraka bazen kendi el yazısıyla eklemelerde bulunuyordu. Bunun yanında yukarıda değindiğimiz gibi Türkler orduda ve sarayda Türkçe konuşmaktaydılar. Hatta mahalli lisanlar da kullanılmakta ve bu dilleri tercüme edebilecek görevliler hazır bulundurulmaktaydı. 

Fars asıllı olmasına rağmen sarayın önemli şairlerinden olan Minuçehri’nin de bu konu ile ilgili olarak şöyle söylediği rivayet edilir; “Daha iyi söylediğin için Türkçede kalasın, bana Türkçe ve Oğuzca şiir oku”“O turna turnayla Türkçe konuşur, Mâzil dağındaki papağan ise Hintçe konuşur” 3.

1– İLMİ HAYAT 

a. Âlimler ile ilişkileri

Gazneliler hanedanının hâkim olduğu bölgelerde tasavvuf gelişme imkânı bulmuştur. Bu çağın ünlü sufîlerinden birçoğu Gaznelilerin hüküm sürdüğü bölgelerde toplandığı görülmüştür. Mutasavvıfların meclislerinin çok kalabalık olduğuna dair rivayetlerden halkın tasavvufa rağbet gösterdiği anlaşılmaktadır. Gazneli sultanları samimi Ehl-i Sünnet taraftarı olup diğer Gayrı İslamî mezhepler veya bid’at ehline karşı mücadele etmiş ve halkı da buna teşvik etmişlerdir.  Bu dönemde gösterilen ilgi, meşhur âlim ve sufîlerin Gazneli ülkesinde toplanmalarına, fevkalâde kalabalık vaaz ve nasihat meclisleri teşkil etmelerine sebep olmaktaydı. 

  • Ahmed el-Harakanî-Nurü’l-Ulum; Devrin en büyük sufîlerinden biri idi. Sultan Mahmud bu âlime son derece hürmet gösterir ve zaman zaman ziyaretine giderdi.
  • Abdullah el-Gürganî[4]Tabaktü’s-SufiyyeUsulü’l-Melametiyye; Yine sultanın önem gösterdiği kişilerdendir. 

Gazneliler devrinde Nişabur’da faaliyet gösteren mutasavvıflardan;

  • Abdurrahman es-Sülemî (ö. 1021)
  • Muhammed el-Dakkâk; (ö. 1014)
  • Hevâzin el-Kuşeyrî (ö.1072) 
  • Muhammed el-Ensârî (ö. 1088) büyük bir şöhrete sahiptiler.

Esasen Gazneli sultanları sadece dinî meselelere değil aynı şekilde ilim, sanat, kültür faaliyetlerine de ilgi duymuş ve bu hususta her türlü imkânı sağlamaktan kaçınmamıştır. Bilgin, şair, edip, kâtip ve diğer marifet sahipleri sistemli bir şekilde mükâfatlandırılmak suretiyle teşvik edilmiştir

b. Edebiyat ile ilişkileri

Gazneliler devrinde Müslüman bir hükümdarda bulunması gereken siyasî, idarî ve askerî vasıfların yanında, sultanların adalet, cömertlik vb. özellikleri de taşıması, bunlardan da öte ilmî, edebî ve dinî terbiye almış olmaları gerekliydi. Bu açısından bakıldığında bu özelliklerin eski Türk hükümdarlarında aranan alplik, uzluk, könilik ve bilgelik vasıflarına tekabül ettiği görülmektedir. Nitekim çok iyi bir eğitim gören Mahmud yüksek bir edebiyat terbiyesine sahipti. Gazneli sultanları da edebî zevke sahip, şâir ve edipleri toplayarak kendi değerlendirmelerine göre onları caize adı altında ödeneklerle destekleyip teşvik etmişlerdir. 

Özellikle sultan Mesud bu hususa çok dikkat etmiş ve bilginlerin dostu olup, onlara pek çok ihsanlarda bulunur, ilgi ve yakınlık gösterirdi. Bilginler çeşitli ilim dallarında onun adına eserler kaleme almıştır. Aynı zamanda kendisi de bir hattat olan Mesûd, şairlere de büyük armağanlar vermiştir. Nitekim o, 1031’de Gazne’de kutladığı Ramazan Bayramı’nda büyük bir kabul resmi ve eğlence tertip ettirmiş ve devrin şâirlerinden Unsurî’ye bin dinar, Zeynebî Alevî’ye elli bin, diğer şairlere ise yirmi bin dirhem vermiştir. Yine babasına göstermediği alâkayı Mesud’a gösteren Birûnî, el-Kanûnü’l-Mes’ûdî adlı bir matematik ve astronomi kitabı yazarak onu göklere çıkarmıştır. Bunun karşılığında Mesud’un Birûnî’ye bir fil yükü gümüş verdiği rivayet edilmektedir. 

Dönemin en önemli saray şairleri Minûçihrî ve Ferrûhi’dir. Fakat eserleri günümüze gelmemiştir.  1038’de ölmüş olan Sistanlı Ferrûhi, Mahmud ve iki oğlunun saray kasidecilerindendir. Eserlerini Farsça yazmıştır olup Divanı 1933’te Tahran’da basılmıştır. Minûçihrî veya Minuçehri de Gazne sarayının Farsça yazan şairleri arasında yer alır. Doğum tarihi kesin olarak bilinemeyen Minûçihrî 1040’da ölmüştür. Kendisi iyi bir tahsil görmüş, dini bilgilere vakıf olduğu gibi, Arap şairlerinin çoğunun Divanlarını da ezberlemişti. Kendi Divanı ise çok kez basılmıştır. Kasidelerinde tabiatı ve atı en güzel anlatan şairlerdendir. Yine bu dönem önemli şairlerinden, “şairlerin reisi” lakaplı Unsûrî[5]’dir. Sebüktegin ve Mahmud devrinin büyük edip ve münşîlerindenEbu’l-Feth Bustîde sarayda çok iltifat görmüştür. 

Devletşah adlı bir şair de o dönemde Gazneli Mahmut’un Sarayı’nda 400 şairin bulunduğunu rivayet etmiş olup onlar için özel mekânlar tahsis edildiğini Tezkiretü’ş-Şuarâ adlı eserinde anlatmıştır. Bu şâirler içinde Escedî, Gazâirî, Râzî, Meliku’ş-Şuara Unsûrî, Ebu’l-Feth Busti[6] ve Şehnâme[7] yazarı meşhur Firdevsî[8] en önde gelenlerdendir. Bu şairlerin şiirlerinde Turan, Türkistan, Türk kelimeleri defalarca geçer. Kaşgar, Karluk, Özgend, Talas, Hoten gibi Türkistan’daki yerler onlara ilham kaynağıdır. Karluk, Oğuz, Hazar, Çiğil, Yağma, Kırgız, Türkmen boy adları da kullanılır. Şairler başta Sultan Mahmud olmak üzere Gazneli devlet adamları için yazdıkları kasidelere “Ey Türk” diye başlar. 

Müstevfi Tarih-i Güzide’sinde onlar için yılda 400.000 dinardan daha çok para sarf ettiğini bildirir. Bu rivayetler biraz mübalağalı görünse de Gazneliler devrinde edebiyata ve sanatçıya verilen değeri göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Onlar, bilginlerle toplantılar yapar bunlara bizzat kendileri de katılırdı.

Gazneliler de bu kadar çok şairin olmasının üç sebebi olduğu düşünülmektedir. İlki, edebiyat ve ilmin gelişmesi; İkincisi, bu şiir yoluyla propaganda yapılmasının kolay olmasından dolayıdır. İkinci görüş daha mantıklı ve tutarlı olup dönem haber kaynağı şairler ve eserleri olduğundan ötürüdür. Üçüncüsü ise, Karahanlılarla yaptığı mücadelede İran’a karşı Turan’ın koruyucusu ve başbuğu olmak isteğinden de kaynaklanmış olabileceğine günümüz araştırmacıları bu sebeplere işaretetmişlerdir.

Bu dönemin diğer başka yazar ve şairleri;

  • Anonim-Makamat-ı Bedi’il’z-Zeman; 51 makaleden oluşmuştur ve Sistan emiri Halef bin

Ahmed namına ithaf edilmiştir. Arapçadır.

  • Abdurrahman Yezdadi-Kemalü’l-Belağa; Kabus bin Veşmgir’in Arapça risalelerini bu ad altında toplamıştır.
  • Ebu Mansur Sealebi-yi Nişaburi-Yetimetü’d-Dehr; Arap şairlerinin tercime-i hal ve müntahap şiirlerini ihtiva etmesi açısından oldukça önemlidir.
  • Abdullah el-Müstemli el-Buhari-Şerh-i Ta’arrüf Nurü’1-Müridin ve Fazihatü’1-Müddein; Arapça ayet, hadis ve kelimelerin Farsça karşılıklarını içerir.
  • Ali el Herevî- Kitabü’l-Ebniyye fi Hakaiki’l-Edviyye; Kitabı hangi padişah adına yazıldığı belli değildir. Yazar, o zamana kadar tanınmış olan bütün ilaçların isimlerini kitabında zikretmeye çalışmıştır.
  • Ebu Ali Sina-Danişname-yi ‘Alayi: mantık, ilahiyat ve tabiat konularında yazılmış bir eserdir.

Gaznelilerde ciddi bir tarih yazıcılığı da vardır;

  • Beyhâkî-Târihî Mesûdî; bu dönem için çok önemli olup İran edebiyatının şah eserlerinden sayılır. 1030-41 yılları arasını ele alır ve Büyük Selçukluların kuruluş safhalarını anlatır (Nesa, Seras, Dandanakan). Doğruluğu ve güvenilirliği konusunda araştırmacılar için başucu kitaplarından olmuştur. 30 cilt olduğu rivayet edilen eserin az bir kısmı günümüze ulaşmıştır. 
  • Ibn Miskeveyh-Tecâribü’l-Ümem; Isfahan’da kaleme alınmış olup eseri de içerisinde hikemî ve ahlakî konular var ise de Gazneliler döneminde yazılmış umumî bir İran ve İslam tarihidir.
  • Gerdizî- Zeynu’l-Ahbar; Sultan Abdurreşit’e sunulmuş olup Selçuklu ve Karahanlılardan bahseder.
  • Utbî-Târihi Yemînî; Sebüktegin ve Mahmut arasındaki ilişkiyi ele alır. Sultan Mahmut’a takdim edilir.
  • Muhammed bin Hassul- Tafdılü’l-Etrâk âlâ Şâiru’l-Ecnad; Türklerin Faziletlerini anlatan eser Hassul’un Gazne sarayında çalıştığı dönemde ortaya çıkmıştır. 
  • Birûnî- Harezm Tarihi / Tahkîku Mâli’l-Hind; eser günümüze gelmemiştir.

Gazneli Mahmut özellikle Ebu Reyhan el-Beyrûni/Birûnî ve İbn Sînâ’yı sarayına davet etmiştir. Fakat İbni Sînâ özgürlüğüne düşkün olduğu için bu daveti kabul etmez. Mahmut ise onun peşini bırakmayıp gelmesi için sürekli ihtar, taciz, davet ve tehdit mektupları göndermesine rağmen sultanın sarayına gelmez. Birûnî ise Harezm kökenli olup Mu’tezile’dir. Sultan Mahmut el-Bîrûnî’yi de Harezm’i işgal ettiği zaman Gazne’ye getirtmiştir. Ardından yanından ayırmamış ve ona iltifat etmiştir. Hatta Bîrûnî, Gazneliler için çok kıymetli olan Solmaz seferine bizzat katılmış ve Sultan’ahizmet etmiştir[9].

Mahmud sonrası Sultanlara bakacak olursak, Sultan İbrahim her yıl bir Kur’an istinsah eder, onu sadaka ve hediyelerle birlikte Mekke’ye gönderirdi. Sultan Behramşah da âlimleri sever, onlara pek çok mal bağışlardı. Çok sayıda kitabın bulunduğu özel kütüphanesinde kitaplar huzurunda okunmaktaydı.  Sultan Behramşah’ın şairlerinden Seyyid Hasan Gaznevî vaaz ve hitabette de çok usta idi. bu dönemde Senâî-Hadîkatü’l-Hakîka’yı tasavvufî bir mesnevî olarak kaleme almıştır. Nizami’nin Mabzenü’l-Esrar’ını bu sultana sunulmuştur. Behram Şah’a sunulan bir başka eser de Arapça’danFarsça’ya çevrilen Kelile ve Dimne’dir. Bu dönem şairlerinden Hâkim Senâî, Mesud-ı Sa’d-ı Selman, Ebü’l-Ferec-i Rûnî gibi şairler Gazneliler zamanında yetişseler de esas ünlerini Selçuklular döneminde kazanmışlardır.

Sultan Hüsrevşah da edip ve âlimlere yakınlık gösterir, onlara ihsanlarda bulunarak fikirlerine başvururdu. 

Gazneliler devrinde devlet ricalinin de ilim ve edebiyata ilgi duydukları ve bizzat şiirle uğraştıkları görülmektedir. Beyhâkî çeşitli vesilelerle devlet ricalinin söylediği şiirleri kitabınakaydetmiştir. Meselâ Nasr Müşkan’ın, Vezir Meymendî’nin ölümü üzerine mersiye yazdığı; Busahl Zavzanî’nin, vezir Hasanek’in zamanında onun için şiirler söylediği; Nişâbûr Sahib-i Berîdi’nin yapılan yolsuzlukları şiir şeklinde Vezir Ahmed Abdüssamed’e gönderip sultanı durumdan haberdar ettiği buna örnek olarak verilebilir.

[1] Palabıyık’a göre bu Türklerin isimleri “Halaç Türkleri”dir. Bk. Palabıyık, Valilikten İmparatorluğa, s. 51. 

[2]Arapçanın olduğunu söyleyenler de vardır fakat devlet genel olarak fars kültüründen etkilenmiştir

[3] Gazneli sarayı Fars dili ve edebiyatının gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Bunda Gazneli coğrafyasının özellikleri yanında ilk vezir Ebu’l-Abbas Fazl’ın Arapça bilmemesi veya iyi bilmemesi yüzünden Farsçayı resmî dil haline getirmiş olmasının rolü büyüktür. Her ne kadar 1014’te onun yerine geçen Vezir Ebu’l-Kasım Ahmed, yazışmalarda Arapçaya önem vermiş ise de bu dili bilmeyenler için zaman zaman Farsçayı da kullanmak zorunda kalmıştır. Medreselerde Arapça kullanılmakta, buna karşılık halk, ordu ve sarayda yaşayanlar Türkçe konuşmaktaydı. Farsçanın bir kültür dili olarak gelişmesinde Mahmud’un zamanında Firdevsî, Ascedî, Ferruhî gibi pek çok şaire cömertçe dağıttığı paraların etkili olduğu bilinmektedir. Bunun yanında yabancı dillerin ağırlıklı olmasının sebebi komşular ve ilişkili devletler ile iletişimi koparmamaktan da kaynaklanmaktadır. 

3Ahmet Kartal, “Şiraz’dan İstanbul’a Türk-Fars Kültür Coğrafyası Üzerine Araştırmalar”, Türk Dil Kurumu V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri (20-26 Eylül 2004), İstanbul 2010, s.143.

[4] Tus’ta verdiği vaaz ve nasihatler ile tanınan Gürganî, Şeyhnâme’yi putperestlere övgü ile doldurduğu için meşhur şair Firdevsî’nin cenaze namazını kıldırmak istemeyen kişidir.

[5]Şairler özellikle devamlı olarak efendisini ve öteki saray mensuplarını övmekle meşguldür. Ancak bu şair bunu biraz abartarak göze girmeyi hedeflenmiştir.

[6] Ebu’l-Feth Bustî, Sebüktegin ve Mahmud döneminin büyük edibi olup, mektup ve resmi vesikaları ustalıkla kaleme alan bir şahsiyet olarak da tanınır.

[7]Firdevsî’nin meşhur Şehname’sinin ortaya çıkışı; Gazneli Mahmut efsanevi İran tarihini, sultanların karakterlerini yazdırmak için Rûdegî adlı bir şairi görevlendirmiştir. Fakat ilerleyen dönemde şair ölünce onun mirasını Firdevsî Tûsî ele alır. 30 yılda yazmasının yani sıra “Ölmüş olan İran tarihini diriltmiştir“.  Konusu, İran-Turan mücadelesidir. Efsanevi Türk hükümdarı Alper Tunga “Afrasiyab” adı ile geçmektedir. 60.000 beyitten oluşmakta olup döneminde her beytine 20 altın verilmek üzere anlaşılmıştır. Fakat Firdevsî eseri takdim ettiği (999) esnada Sultan divanın hepsine 30 altın verir. Bunun sebebi ise kaynaklara şu şekilde yansımıştır; Türkleri küçük düşürücü ifadeler bulundurduğu veya İranlıları çok tepeye çıkardığı, Firdevsî’nin Şii olup Sultanın kendisinin Sünni olmasından ötürü böyle yaptığı veya Sultanın vezir Meymendi’nin etkisi altında kaldığını ileri sürenler de olmuştur. Firdevsî de buna çok içerlenir ve intikamını almak için eserinde bazı eksikliklerin olduğunu ifade ederek Sultan’dan onu geri alır ve tamamladıktan (!) sonra sultana geri verir (1009).  Böylece kitabın başına 100 beyitlik bir önsöz yazar ve Gazneli Mahmut’u orada kötüler Mahmut zamanda yaptığı hatanın farkına varır ve ona bir fil yükü altın gönderir. Bir başka rivayete göre ise Firdevsî’nin fakirlik içerisinde öldüğü de ifade edilmiştir.

[8] Babasının çok güzel bahçesi olmasından dolayı bu lakap verildiği düşünülmektedir. Aynı zamanda yaşadığı bölge sebebi ile de söylenmiştir. 

[9]İlk defa Ekvator’un uzunluğunu ölçen, Maddenin özgül ağırlıklarını tespit eden, Dünyanın hareket halinde olduğunu ifade eden, Eski Hint kültürünü eserine kaydederek gelecek kuşaklara öğreten kişidir.  Yazmış olduğu kitaplar ise şu şekildedir; et-TahkîkMâli’l-Hind (Bu eser, Hint inanç ve adetlerini tarafsız olarak inceleyen ilk İslami eserdir.); Âsâru’l-Bakiyîyye (kronoloji ve astronomi) en önemli 2 eseri bunlardır. el-Kanûnü’l-Mesûdî (Matematik, Astronomi, Coğrafya) Mesud döneminde yazıldığı için bu isim verilir.  Kitâbu’l-Cevahir fi Ma’rifetü’l-Cevahir; Mesud’un oğlu Mevdud’a ithaf etmiştir. Kitâbü’t-Tencim; Yıldız ve Matematik: Kitabu’s-Seydele; Bitkilerin şifalarından bahseder.TahdidûNihâyeti’l-Emâkin; Rasat, jeodezi… Eser sayılarının aslında 180’i bulduğu rivayet edilmekle birlikte Tarih, Dinler Tarihi, Matematik, Trigonometri, Astronomi, Jeoloji, Coğrafya, Botanik, Fizik, Astroloji ve Tıp sahasında pek çok eseri günümüze ulaşmamıştır. 

Devamı gelecek. Bir sonraki başlığımız: “Gaznelilerde Kültür ve Medeniyet (İmar Faaliyetleri)”

Yorum gönder