İslam’da Ayrılıkçı Fırkaların Oluşumu
Yazar: Fatma Eşe Ülkümen
Bâtıniliğin Yeri ve Akīdeleri
Peygamber Efendimizin (571-632) vefatının ardından İslamiyet’in farklı coğrafyalara yayılması ile Müslümanları zapt etmek zorlaşmaya başlamış, zamanla ümmet ve ashap arasında bazı ayrılıklar meydana gelmiştir. Evvela bu durum ilk olarak Kur’an’ın anlaşılması noktasında yaşanmıştır. Kimileri sadece anlamda lafzi manasını göz önünde tutarken bazıları ise bâtıni anlamını ele almış, kimisi ise ikisinin de birden alınması gerektiğini öne sürmüştür. Hakeza bu ayrılıklar hadis, fıkıh, kelam gibi diğer ilimleri de takip etmiştir. Böylece ilerleyen zamanlarda oluşacak olan fikrî akımların temeli atılmaya başlanmıştır. Hatta her fikrî akım kendisini meşru kılabilmek adına görüşlerine Kur’an ve sünnetten atıflar yapmaktan da geri durmamıştır.[1] Yine bu dönemde Müslümanlar arasında bazı savaşlar yaşanmaya başlamış, bu tefrika Hz. Osman ve Hz. Ali devrinde daha da artmıştır. Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ardından halifelik Hz. Ali’ye geçmiştir. Hz. Ali döneminde gerilen ortamda yaşanan savaşlar (Sıffın Savaşı, Cemel Vakası vs…) neticesinde Müslümanlar arasında ilk kopmalar yaşanmış ve Hâricîlik ortaya çıkmıştır. Ardından Hz. Ali’nin şehit edilmesi ile Şia adlı bir güruh meydana gelmiştir. Böylece Müslümanlar üç gruba (Şia, ehlisünnet ve Hâricîlik) ayrılmış ve ilk kırılmalar başlamıştır.
Dört halife döneminden sonra hilafete Emevîler gelmiştir. Bu dönemde dört halife döneminden daha farklı bir yol izlenmiştir. Arap olmayan Müslümanlara mevali politikası güderek hakları istismar edilmiş ve onlara gelir elde edebilecek bir mal gözü ile bakılmıştır. Müslüman olsalar bile gayrimüslim statüsünde yer almışlar, zorla Müslüman yapılmışlar, ağır vergiler altında ezilmişler ve zulme uğramışlardır.[2] Böylece bu politikalar ile kırılan Müslüman birliği daha da olumsuz noktalara sürüklenmiş, çeşitli isyanlara sebebiyet vermiştir. Birde bu dönemde yapılan ayrımlar nedeni ile sosyal statüler oluşmuş, halk zümrelere bölünmüştür. Sadece ehlisünnet gruplar değil, Şia da kendi içinde parçalanmıştır.[3] Böylece bu isyanlar neticesinde oluşan karşıt gruplar Bâtıniliğin temelini atmıştır. Abbasiler ise tüm Müslümanlara iyi muameleler göstermekle birlikte Şiilere karşı yaptıkları baskıcı politikalar onları gizliliğe itmiştir.[4] Böylelikle Bâtıniler faaliyetlerini diğer gruplar gibi açıktan değil, gizliden ve saklanarak sürdürmüşlerdir.
Bâtınilik genel olarak, ayetlerin görünen anlamından ziyade görünmeyen anlamını ele alan Arapça “bâtın” ve “butûn” kelimesinden türemiştir. Bir şeyin iç yüzünü bilen anlamına gelmektedir.[5] Her lafzın bir zahiri, her zahirin bir bâtını ve her bâtıninin de tevilleri olduğunu savunur.[6] Yani bir kitabın kılıfı onun zahiri, sayfaları ise bâtını anlamına benzemektedir. Bu bâtıni anlamı ise masum imamlar dışında kimse tarafından bilinmemektedir. Böylece ayetlerin nüzul, siyak ve sibâkından ziyade bâtıni anlamının ele alınıp iman edilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu doğrultuda aşırı bâtıni fırkalar daha da çok beslenme imkânı bulmuştur.[7]
Şia ve Bâtınilik; temellerinde imamet, velayet, ehlibeytin fazileti ve masum imamlar hususunda ehlisünnet gruplardan ayrılmışlardır. Kendilerini meşru kılmak adına tefsirlerini ehlibeyit ve masum imamlara dayandırmışladır.[8] Özellikle Bâtınilik, imamet fikirleri ile diğer Şia gruplarından da ayrılmışlardır.[9] Hicri IV. asırdan itibaren bu konuda eserler kaleme alınmış olup bazen önemli İslam âlimlerine kılıç zoruyla kendilerini öven eserler ve methiyeler yazdırmışlardır. Dailer de tebliğ yaparken yazılanları halka anlatma yolunu tutmuşlardır. Bunlara karşılık İslam âlemi de reddiyeler yazarak onlara karşılık vermişlerdir.[10] Bâtıniyye bu düşüncesi ile diğer ayrılıkçı fırkalara da şemsiye görevi yapmış ve Bâtınilik bu tarikatlar için bazen bir lakap iken bazen de Bâtıniliğin içinde bir kol gibi algılanmışlardır.[11]
Bâtınilik Fâtımî Halifesi Muntazır zamanında Nizârî ve Mustalî olarak ikiye ayrılmışlardır. Bundan sonra Bâtıniliğin başını çeken Hasan Sabbah’ın faaliyetleri tarihte yerini almaya başlamıştır.[12] İslam âleminin koruyuculuğunu Selçuklular üstlenince bu dönemde ciddi bir mücadele yaşanmıştır. Fâtımîler iktidarın Şia’nın elinde olmasını savunmuşlardır. İlk başlarda sadece halifeliği ele almayı isteyen Şia, zamanla siyasi bir ruha bürünerek birçok İslam âlimi ve siyaset adamını bu uğurda[13] öldürmüşlerdir. Selçukluları bertaraf etmek için de Bâtınileri kullanmışlardır. Bunlar zamanla devlet içinde devlet konumuna gelmişlerdir.[14] Genel olarak cahil ve kültürsüz kesimi kandırarak tabiiyetleri altına almışlardır.[15] Moğol İstilası ile tam anlamıyla Bâtıniliğin merkezi Alamut yıkılmıştır lakin örgüt olarak faaliyetleri devam etmiştir. Günümüzde Nusayriyye ve Dürziyye diye adlandırılan yapılar onları temsil etmektedir. Hatta bazı düşünürler Şii-Bektaşi gruplarını da onlardan saymaktadırlar. Tasavvuf akidelerini kullanarak İslam’a gizlice sızmaya çalışmışlardır.[16]
Genel olarak Bâtiniliğin esasları şunlardır: Âlem başlangıçsızdır ve sonsuzdur. Peygamberleri ve mucizelerini kısmen kabul ederler, imamları masumdurlar. İmamlar hatadan ve günahtan arınmış üstün vasıflı kimselerdir. Bütün insanlar bu imamlara inanmalı ve itibar etmelidir. Ruh ve ahiret inançları Brahmanizm ve Manihaizm’e benzer. İyi ruh göğe yükselip iyi ruhlar ile beraber olurken kötü ruh cesette sıkışarak azap görür. Kur’an ve sünnetlerin zahirî anlamlarından ziyade bâtıni anlamlarına yani içyapısının anlaşılmasına bakılır. Hz. Osman zamanında Kur’an toplanırken bozulup tahrif olunduğunu ve ayetlerin anlaşılabilmesi için hurufluk ilmine ihtiyaç olduğunu savunur. Aynı zamanda mehdi inancı, ric’at[17] gibi inançları da mevcuttur.[18]
[1] Amonnisa Alimoğlu, “Şia Tefsiri ve Aşırı Bâtıni Yorum; Cafer B. Masur Kitabu’l-Keşf Örneği”, Bingöl Üniversitesi İF Dergisi, S.4, Bingöl 2014, s. 164; Hakkı Dursun Yıldız, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, III, Konya 1994, s.468; Neşet Çağatay – İbrahim Agâh Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, I, Ankara 1965, s.62; Avni İlhan, “Batıniyye” mad., DİA, V, İstanbul 1992, s.191; Remziye Yılmaz, “Geçmişten Günümüze Batıni Etkisi”, Tarihin Peşinde Dergisi, S.16, Ankara 2016, s.226
[2] 2 Bk. Bekir Biçer, Türklerin İslamlaşma Süreci, Konya 2007, s. 53-59; Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, Ankara 2016, s. 57-61.
[3] Bk. Zahide Ay, “Siyaset ve Teoloji; Ortaçağ İsmaili Teolojisinin Oluşmasında Siyasi Gelişmelerin Rolü”, İstem, S.21, Konya 2013, s.150-152
[4] İlhan, a.g.m., s.190.
[5] İlhan, gös. yer.
[6] Yıldız, a.g.e, III, s.482-483.
[7] Bunlara ek olarak Bâtınilikte masum imamlar 1. kaynak, dai ve babalar ise 2. kaynak özelliği taşımaktadır. Bk. Alimoğlu, a.g.m, s.169; Ahmet Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti, İstanbul 2002, s.210-211.
[8] Alimoğlu, a.g.m, s.165.
[9] Ayşe Atıcı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunda Batıni Hareketi,(Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2005, s.7.
[10] İlhan, a.g.m., s.190-194.
[11] Alimoğlu, a.g.m, s.169; İbrahim Agâh Çubukçu, “İbahilik ve Bâtınilik”, AÜİF Dergisi, XVIII, S.1, Ankara 1970, s. 69.
[12] Fığlalı, a.g.e, s. 98.
[13] Hatta imamlar bunun için Daru’l-İlim adlı merkezler kurarak elçiler ve adamlar yetiştirmiş, Selçuklu devletinin içerisine sızmışlardır. Bk. Ocak, “Bir Terör Örgütü Olarak Bâtınilik ve Selçuklu Ülkesindeki Faaliyetleri”, s.165-166; yine bir ilim meclislerine örnek olarak Mısır’da El-Ezher adlı bir medrese kurmuşlardır. Bu medrese günümüzde Mısır’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesinden bu yana ehlisünnet olarak eğitim vermektedir. Bk. Fığlalı, a.g.e, s. 98.
[14] Wladimir Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, düzenleyen Fuad Köprülü, Ankara 1963, s.55.
[15] Neşet Çağatay – İbrahim Agâh Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, I, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1965, s.63; Kaya, “Bâtınilerin Ortaya Çıkışı, Temel…”, s.294; Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, II, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, s.684-685.
[16] İlhan, a.g.m., s.192-194; Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Haz. Orhan F. Köprülü, Ankara 1976, s.206207.
[17] Arapça rece’a kelimesinden türemiş olup geri dönmek anlamında kullanılmıştır. Buradaki manası ise Mehdiden sonra tüm imamların geri döneceği, kötülerin cezalandırılacağı ve tekrar ölecekleri inancıdır. Bk. Yıldız, a.g.e, III, s.483
[18] Yıldız, a.g.e, III, s.483
Yorum gönder