Kurbanın Rüyası; Rüyanın Kurbanı

Kurbanın Rüyası; Rüyanın Kurbanı

Yazar: Adem Ceylan

Kurban kelimesinin müteradiflerinden olan “hedy” kelimesinin hem yol göstermek anlamına gelen hidayet kelimesi ile hem de armağan anlamına gelen” hediye” kelimesi ile yakın akraba olmasının başta kendisi olmak üzere Allahtan ve doğadan uzaklaşan modern insan için hangi çağrışımları yapacağı izahtan varestedir.

En duru ifadesiyle yaklaşmak, yakın olmak anlamına gelen; Al-i İmran 183’den ilhamla, dilimize akraba kelimelerinden de çok yakıştırdığımız kurban bize neleri çağrıştırır? Nusuk, mensek, nezr, nahr, zebh, zibh, zebîh gibi kelimeleri de “kurban” kelimesinin çağrışım alanına dâhildir. Çağrışım alanında kalan kelimelerle beraber yaptığımız yolculuk bizi kurbanın insanlığın en kadim zamanlarından beri devam eden bir uygulama olduğu fikrine götürür. Maide Sûresi’nde anlatılan Âdem’in iki oğlu kıssası da bunu teyit eder. (Âyet 27)

Habil ve Kabil adlarıyla bilinen Âdem’in iki oğlu Allah’a kurban sunmuşlardı. Tevrat’ın Tekvin bölümünde (4/1-8) bu konularda bilgi verilmektedir. Tevrat’a göre kurbanı kabul edilmeyen Kabil çiftçilikle, Habil ise koyunculukla uğraşıyordu. Kabil toprak ürünlerinden, Habil ise, bir koyunu kurban olarak takdim etti. Gökten gelen ateş, Habil’in kurbanını alıp götürdü, Kabilin takdimine dokunmadı. Ancak kurbanının kabul edilmemesi, toprak ürünü olması nedeniyle değil, Kabil’in niyetiyle yani Kur’an’ın da belirttiği gibi takvasıyla ilgilidir.

Antropologlar kurbanı tabiatüstü varlıklara sunulan ve onların memnuniyetini kazanmak veya gazaplarından sakınmak için sunulan ‘hediye’ kurbanlar, tabiatüstü varlıklara hürmet etmek için sunulan ‘tazim’  kurbanlar; sahip olunan bir şeyi tabiatüstü varlıklar için feda etme amaçlı ‘feragat’ kurbanlar,  toplumun ilahlaştırdığı hayvanlardan birini öldürmek ve etinin topluca yenildiği ‘grup yemeği’ kurbanlar, bu dünya ile öbür dünya arasında ‘irtibat’ sağlayan kurbanlar ve vasıtasıyla toplumda var olan şiddetin ortadan kaldırılmasına yönelik kurbanlar şeklinde tasnif etmiştir. İlgili teorilerde bu çeşitlerin birbirinden türediği veya zamanla birinden diğerine geçiş olduğu da varsayılmıştır. Peki, ya binlerce yıldır müminlerin devam ettirdiği ve örnek aldığı Hz. İbrahim’in kurban ibadeti bu teorilerle anlaşılabilir mi?

Tarihte iz bırakmış kültürlerdeki kurban fenomenini açıklamaya çalışan teoriler, İslam’da kurban fenomenini anlamlandırma noktasında bize felsefi bir destek sunamaz. Bu kurban şekilleri, insanın kendi zaman-mekân çevresiyle olabildiğince uyum içinde yaşayabilmesi için icra edilmiş görünmekte ve insanın ölüm sonrasına dair herhangi bir varoluşsal-entelektüel kaygısına atıf yapmamaktadır. Aksine kurban edilen şeylerin ya da varlıkların, bir tür dönüşüm neticesinde tüm potansiyelini açığa çıkarabileceği ve bu haliyle insanlarla Tanrılar arasında bir tür medyum (ara ortam) ya da ortak dil oluşturacağı varsayılmıştır. Böylece İslam öncesi kurban türleri, genelde insanların kendi dünyevi ortamlarında huzur ve refah içinde yaşayabilmek için Tanrı(lar)a, onları memnun edebilecek bir dil ile seslenebilme arzularını temsil etmektedir. Ancak bu insanlar salt beşeri dilin sınırları içinde Tanrı(lar)a seslenme yerine, kendilerini Tanrı(lar)ın huzurunda temsil edecek bir üst düzey sembolik dil oluşturmak istemişlerdir. Kurbanın ölüm esnasında kutsallaşması, onun Tanrı(lar)a onların diliyle seslenebilme gücüne erişmesi anlamına gelmektedir. Böylece kurbanın cansız bedeni, bir tür yeniden dirilişin ve Tanrı(lar)’ın maddeye yeniden dokunuşunun sembolü olur. Kısacası kurban, hayat ve ölüm arasındaki döngünün sürekliliğini, madde ile ruh arasındaki uçurumun aşılmasını sağlamak üzere yeryüzünde yaşayanlar adına Tanrılar katında elçilik yapar. (Doç. Dr. Burhanettin TATAR- İslam’da Kurban Hadisesi Beşerî Düşünceyi Nereye Çağırır- Uluslararası Kurban Sempozyumu, 2017.) Fakat İslam’ın kurbanı yukarıda ifade edilen düşüncelerle izah edilemeyecek kadar farklı boyutlara sahiptir.

İmanın atası olan İbrahim (AS)’ı temyiz eden vasfı insanlığı aslına rücu ettirmesi denebilir. Önce Hacer ile İsmail’i Kâbe’nin bulunduğu yere götürerek bu süreç başlamıştır. Zira yaşamanın güç olduğu bir yere anne ve oğulun bırakılması ancak ilahi yönlendirmeyle izah edilebilir. Hz. İbrahim (AS) işin başında oğlunu ve onun annesini Allah yolunda feda edebilmişti. Hz. İbrahim (AS) oğlu ile Kâbe’yi inşa ederken zamanı başladığı noktaya döndürmüş oldu. İnsanlık hikâyemiz orada başlamış, ilk şehir orada kurulmuştur. İnsanlık, mabedin taşıdığı mana üzerinde cemaatleşerek medeniyeti inşa etmeye başlamıştır. Ardından hac, haccın ilanı, insanların daveti, haccın kurallarının yeniden tespiti ve kurban yeniden hatırlandı. Bunlar da ilk ibadetin yâdından başka bir şey değildi. (E. Demirli, Kurban Üzerinde Düşünceler 4, “Hz. İbrahim ile Başlangıç Noktasına Dönmek”) İnsanlığın hikâyesi uzaklaşmayla başladı, denebilir. Bu sebeple ilk ibadeti de kurban oldu. Kurban kelimesinin müteradiflerinden olan “hedy” kelimesinin hem yol göstermek anlamına gelen hidayet kelimesi ile hem de armağan anlamına gelen” hediye” kelimesi ile yakın akraba olmasının başta kendisi olmak üzere Allahtan ve doğadan uzaklaşan modern insan için hangi çağrışımları yapacağı izahtan varestedir.

Öyleyse Müslümanlar için kurban nedir? Başta insani yardım organizasyonları olmak üzere Müslüman toplumların hafızasına göre “paylaşmak”tır. Neticeleri yönüyle ilk Müslüman toplulukların hafızasında yer etmiş kurban ibadetini anlarken toplumsal faydalarıyla mı anlamalıyız? İbadetler bireysel ve toplumsal faydalarıyla mı anlaşılmalı yoksa mahiyetiyle mi? İbadetleri konuşurken toplumsal ciheti ön plana çıkararak insanlar arası ilişkilere yönelik katkılarını sürekli gündemde tutmak ibadetlerin maksatlarını anlamamızın önünde bir engel oluşturmaz mı? Modernitenin etkisiyle midir bilinmez, tarihin hiçbir döneminde sosyal faydaları bu kadar merkeze alan bir yorum dönemi olmadı. Namaz, Müslümanlar arasında kardeşlik bağları güçlensin diye, zekât toplumsal katmanlar arasında nefret duyguları oluşmasın diye; oruç açların halinden anlayalım diye, hac da farklı toplumlarla tanış ve kardeş olalım diye farz kılındı. Bunlara ahlaki konuları da eklemeye devam edersek; sabır toplumda uğradığımız yanlışlara ve başkasına tahammül edelim, merhamet insanlara acıyalım, cömertlik toplumların temel sorunu olan fakirleri doyuralım diye bize emredildi. Bu bakış, illet-hikmet-maslahat üçlüsünün karıştırılmasına örnek olduğu gibi dinin asıl gayesi olan Müslüman ferdin inşasında da farkında olunmayan bir perdeye dönüşüyor. İbadeti kendisi kılan asli nitelikleriyle anlamaya çalışmak, ibadetin insanı Allah’a rabt eden eylem olduğunu hatırda tutarak mümkün hale gelir.

İbadetlerde üç şey aranır: illet, maslahat ve hikmet. İlletler ibadetlerin sebepleri, maslahatlar yararları, hikmetler gayeleriyle ilişkilidir. Hikmetler bazen illetlerle, bazen de maslahatlarla karıştırılır. Bir Müslümanın eylemlerine değer atfedilmesine neden olan amil niyetidir.

“Kurbanlık develeri, sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onları keserken üzerlerine sadece Allah’ın adını anın. Kesilip yere düşünce onlardan yiyin. İsteyene de istemeyene de yedirin. Şükredesiniz diye, onları işte böyle sizin emrinize sunduk. Onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmayacaktır. Fakat O’na sizin takvanız ulaşacaktır. Size doğru yolu gösterdiği için Rabbinizin büyüklüğünü anın diye O, bunları sizin emrinize vermiştir. İyilik edenleri müjdele!” (Hac Suresi 36-37)

Bu ayetler Kurban’ın hikmetini onun eti ve kanı gibi maddi unsurlarında, sosyal ve ekonomik katkısında değil, manevi boyutta aramamız gerektiğini gösterir. Yukarıda aktardığımız düşüncelerin aksine kurbanda Allah’a ulaşan şeyin takva olduğunu, insanlarla paylaştığımız etlerin ise Allah’a ulaşmadığını söyler. Aynı şekilde kurbanlıkların da tıpkı ay ve güneş gibi insana musahhar kılındığını ifade eder.

“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen/ Merdüm-i dîde-i ekvan olan âdemsin sen”

(Kendine iyi bak, sen âlemin özüsün / Bütün bir varlık evreninin gözbebeğisin)

diyen şairin beslendiği anlayışa göre insanla evrenin ilişkisi insanu’l- ayn ifadesiyle özetlenir: “gözbebeği”. İnsan evrenin gözdesidir, gözbebeğidir. Bazı sûfiler “dünya denen değirmen insan ile kaimdir” diyerek insanın maddi ve manevi düzlemde evren için ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştir. Düşüncede önce yaratılışta sonda olan insan kurbanla meratibu’l-vücudu hatırlar. Kendisi için musahhar kılınan mevcudatla ilişkisini (yıldızlar, güneş, ay, okyanuslar, nehirler, gece, gündüz ve hayvanlar) teshir bağlamından kopardığında kâh korku, kâh gizem, kâh acziyet, kâh tazimin kollarında bulur kendini. Hülasa olarak Kurban ibadeti, insanoğluna varlık hiyerarşisinin önemini anlatan sembol bir ibadettir. Kurbanın mahiyetinin açıklandığı Hac Suresi’nin 36 ve 37. ayetlerinde iki kez vurgulanan “Teshir”, varlık hiyerarşisinden, yani meratibu’l-vucud’dan başka bir şey değildir. Kurban, bu manasıyla yalnızca kulun Allah’a yaklaşmasını değil hem kendi öz varlığına hem de kendini çevreleyen varlıklara yaklaşmasını ifade eder.

Kurban, Allah’ın kendisine muamelesini fark eden kulun, “içindeki hırsları, arzuları kesmesinin” sembolüdür. Kesilen hayvanda ölümün müşahede edilmesi, Allah’ın iradesi karşısında aciz olunduğunun hatırlanmasıdır. Zengin vererek, fakir alarak mülkiyet duygusunu keser. Yani, mülkiyet duygusunun kurban edilmesi herkesi ilgilendirir.

Kurban kesen kişi, “ben hayvani arzularımı (hırslarımı, korkularımı)kestim, hayattaki eşitsizliğin asli değil arızı bir durum olduğunu anladım.  Artık insanlara vasıfları için değil, insan oldukları içi değer vereceğim” demiş olur. Bu çok büyük bir taahhüttür. Sünni düşünce büyük oranda sabit ve değişmez olan “karakter” kavramını değil; değişken olan “ahlak” kavramını merkeze aldığından “bu taahhüdün verdiği bilinç” her sene amele dökülerek idrakte süreklilik sağlanmalıdır.

 Rüya:

Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. Böylece (çocuk) yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah, beni sabredenlerden bulacaksın.” (Saffat 101-102)

Bir asırlık zorlu yaşamı boyunca teshiri bozan ve varlığa tazim ederek şirke düşen toplumunu akli delillerle ikna etmeye çalışan İbrahim aleyhisselamın yaşamının kırılma noktasını putları kırması oluşturur. Putlarının kırılmasına çok kızan toplumu tarafından ateşe atılarak cezalandırılan İbrahim aleyhisselam rabbi tarafından kurtarıldıktan sonra mücadelesini devam ettirecek bir evlat ümidini rabbine arz etmişti. Rabbi duasına cevap vermiş ama bu seferde çocuğu ve annesini uzak bir memlekette bir başlarına bırakıp geri dönmesi talep edilmişti. Çocuk koşup oynayan bir insan merhalesine gelince İbrahim aleyhisselam rüyasında oğluna kendisini keserken gördüğünü söylemiş ve oğlu da teslimiyetle emredileni yap demişti. Kaynaklarda üç günlük bir süreç olarak aktarılan ilk zebih kıssası ikram edilen bir koçun kesilmesi ile nihayetlenmiştir. İbrahim aleyhisselam ve oğlunun neler yaşadığını tasvir etmek için eserler yazılmış, mesele fıkıh, kelam ve tefsir gibi temel disiplinler tarafından kendi zaviyelerinden incelenmiştir.

Allah insana kötülük emreder mi? Kur’an-ı Kerim insanı hayra, yüksek ahlaka ve salih amele çağırırken, çok merhametli olarak tavsif edilen bir babaya oğlunu kurban etmesini emretmek nasıl yorumlanacaktır? Allah kulu için en iyiyi yapmalıyken âlemi de iyi-mükemmel yaratmış, eşyaya bir doğa vermiştir. Mükellef insan ise aklıyla eşyadaki iyilik veya kötülüğü öğrenerek ahlakî varlık haline gelme imkânı bulur. Mutezilenin aslah-alellah ilkesiyle meseleye bakınca Allah’ın insana kötü bir işi emretmesi beklenemez. Mutezilenin insanın iradesine alan açmak için ürettiği mekanik dilde Allah’a fazlaca yer kalmamıştı ve Müslüman toplum bu dili hayatın dışına itmekte gecikmedi. Soren Kierkegaard, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme kıssasını anlattığı “Korku ve Titreme” isimli eserinde tamda bu meseleyi merkeze alır. Allah peygamberine yanlış bir fiil olan suçsuz insanı öldürmeyi emreder mi? Kierkagaard’ın düşüncesini üzerine kurduğu teori “oğlu kurban etme” emrini gerçek kabul etmekten kaynaklanıyor. Peki ya Allah gerçekte oğulun kurban edilmesini emretmemişse o zaman ne diyeceğiz?

Bu eserde işlenen sorular yumağı belki de alternatif bir okuma ile çözülebilecektir.,

Bazı mutasavvıfların, tasdik kelimesinden yola çıkarak verdiği alternatif manayı tamda bu noktada hatırlatmakta fayda var: Saffat Sûresi’nin 105. Âyeti bağlamında “Ey İbrahim! Sen rüyayı (tâbir etmen gerekirken) tasdik ettin!” Neyse ki netice aynı kapıya çıkmış, sonuçta İsmail’in kurban olmasının yolunun, “kesilmek” değil “adanmak” olduğu gösterilmiştir.

Belki de bu olay vesilesiyle “insan kurbanlığı” uygulaması tashih edilmiş ve doğru uygulama İbrahim Aleyhisselam aracılığıyla gösterilmiştir.

Yorum gönder