Modern Bilginin Eleştirisi
Yazar: İsmail Demirbaş
2020 yılında Uluslararası Türkiye Bilimler Akademisi Ödülü’ne (TÜBA) layık görülen ünlü İslam hukukçusu Wael B. Hallaq’ın İmkânsız Devlet isimli kitabı Türkçeye çevrildiğinde kitap büyük ilgi gördü. Bu önemli eser yayınevi tarafından (Babil) -belki de dikkat çekmek amacıyla- içeriği yansıtmayacak bir alt başlıkla çevrildi. Kitabın orijinal alt başlığı; İslam, Siyaset ve Modernitenin Çıkmazı iken alakasız bir biçimde Modern Çağda Bir İslam Devleti Niçin Mümkün Değildir? şeklinde çevrilerek -bir kurnazlıkla- imkânsız olanın modern ulus devlet ve modernlik değil, bir İslam devleti olduğu intibaı uyandırılmıştır. Oysa yazar, bu kitapta baştan sona şeriatın temel dinamikleri ile modern ulus devletin temel dinamiklerinin birbiriyle taban tabana zıt olduğunu, şeriatın kendine özgü yapısı ve kendini güncelleyen hukuk/fıkıh anlayışıyla -bazı istisnalara rağmen- uzun yıllar İslam toplumunu idare ettiğini, bunu yaparken de modern anlamda bir devlet kurumunu öncelemek yerine temel ilkeleri, insanı ve toplumu önceleyerek yaptığını anlatır. Maalesef uydurulmuş bir alt başlık ile kitapta sunulan bütün iddialar ve örnekler ters yüz edilmiştir.[1]
Hallaq, İmkânsız Devlet kitabından önce Şeriat adında müstakil bir eser kaleme almıştır. Bu kitabın alt başlığı ise Teorik, Pratik ve Dönüşüm’dür. 1955 yılında Nasıra’da doğan Lübnan asıllı yazar, hâlen Columbia Üniversitesi İslam Hukuku Bölümü’ndeki görevine devam etmektedir. Ünlü bilim adamının dört eseri Türkçeye çevrildi ama onun külliyatının ve projesinin temeli olan Şeriat kitabı henüz çevrilmemiştir. Bu eserin ikinci aşaması olan İmkânsız Devlet kitabı temel olarak Müslüman bireyin modern ulus devlet karşısındaki yerini, açmazını ve ondan çıkışını anlatır. Bu yazıda ele alacağım Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek isimli kitap da külliyatın üçüncü aşaması görülebilir.
Kitabın konusu Şarkiyatçılık olsa da ana konu alt başlıkta verilmiştir: Modern Bilginin Eleştirisi. Üçüncü aşama olarak görülen bu eserinde de Hallaq, Batılı benliğin modern projedeki yerini, açmazlarını ve çıkış yollarını anlatır.
Batı’nın İslam dünyası ile ilişki kurarken yönlendirici etken konumundaki Şarkiyatçılığın bir ötekileştirme ve sömürgeleştirme aracı olmakla birlikte asıl problemin yönetimlerin akademi aracılığı ile bilgiyi kontrol etme, onu bir tahakküm aracı olarak kullanma, modern bir Batı benliği inşa etme gayretlerinin sonucu olarak tahakkümün Şarkiyatçılık’tan önce epistemik egemenliğe dayandığı tezini savunan Hallaq, “epistemik özgürlüğe kavuşmadan kurtuluşun mümkün olmadığını” iddia ediyor. Yani Şarkiyatçılık tahakküm amacıyla üretilmiş modern bilginin sonucudur.
Hallaq, büyük bir İslam hukukçusu olmasının yanında aynı zamanda çok iyi bir okur ve eleştirmendir. Şarkiyatçılığı yeniden düşünmeye davet ederken derinlikli bir Edward Said külliyatı okuduktan sonra ona ciddi eleştiriler yöneltir. (Benzer bir külliyat okuması ve eleştirisini Abdurrahman Taha için de yapmıştır. Modernitenin Reformu adlı kitabında Abdurrahman Taha’nın felsefesini, ahlak ve yeni insan anlayışını irdeler. Hallaq, bu iki eseri ile aslında bize külliyat okumaları ve eleştiri konusunda model bir okuma biçimi sunmaktadır.)
Hallaq, Said’in Şarkiyatçılık hakkındaki görüşlerinin eleştirisini yapmadan önce daha kitabın başında ona minnet duyduğunu ifade ediyor. “Said’in katkıları olmadan bu kitap mümkün olmazdı.” diyor. 1979 yılından itibaren tanıştığı Said’in ve eserlerinin kendisine “entelektüel cesaret” sağladığını söylüyor. Tespit edebildiğim kadarıyla Hallaq’ın Said’e yönelik belli başlı eleştirileri şunlardır:
- Said, bir edebiyat eleştirmeni olarak Şarkiyatçılığa dair eleştirilerini, okuduğu metinler üzerine inşa etmiştir. Said liberal, seküler ve hümanist bir bilim adamı olarak Şarkiyatçılığı üreten tahakkümcü modern bilginin ana sorun olduğunu görememiştir. Said’in kendini ait hissettiği alanı oluşturan da yine bu modern epistemolojidir.
- Said, Şarkiyatçılık hakkında kendi anlayışını geliştirememiştir. Şarkiyatçılığın modern paradigmanın sadece bir cüzü olduğunu kaçırmıştır. Sömürgecilik de Şarkiyatçılığın ürettiği egemen bilgidir.
- Said, Şarkiyatçı metinlerde Şark’ın yanlış betimlendiğini ve yeniden bir Şark yaratılmaya çalışıldığını tespit eder. Fakat Şarkiyatçıların bu betimlemelerini suçlamak yetmez. Kendi düzeltmelerini sunmayı gerektirir. Fakat Said bu düzeltmeyi yapmamıştır.
- Said, Şarkiyatçılık ile siyasal iktidar arasındaki bağı kurar fakat Şarkiyatçılığın modernite ile bağlantısını kuramamıştır. Eğer Şarkiyatçılık sadece siyasal iktidar ile ilgili olsaydı Çin, Hint ve İslam ülkelerinin de ötekileştiren Şarkiyatçılık benzeri bir zihniyet ve anlayış üretmesi gerekirdi. Böyle olmadı, Şarkiyatçılığı Avrupa üretti. Şarkiyatçılık ve sömürgecilik modern teolojinin bir ürünüdür.
Hallaq, kitabın ikinci bölümünde Said’in pek üzerinde durmadığı modern bilgiye dair ağır eleştiriler getirir. Modernitenin tahakküm oluşturabilmek için bazı merkezî ihtisas alanları yarattığına dikkat çeker: Eğitim, yönetim, ekonomi, ordu vb.
- Modernite, ihtisas alanlarını ayrıştırdı. Oysa İslam’da disiplinlerarası etkileşim ve çapraz verimlilik çok önemli kabul edilir. Entelektüel disiplinler metin yönelimlidir ama üstat/hoca öğrencisi için yaşantısıyla bir numunedir aynı zamanda.
- İslam’ı gelenekte kurucu metin Kur’an’dır. Fakat eğitimin materyalini ve müfredatını iktidar değil, müstakil âlimler biçimlendiriyordu. Bilgi iktidarın tahakküm aracı olarak üretilmez ve kullanılmazdı. Hatta şeriat ve tasavvuf felsefeleri tarafından tasdik edilmeyen bir iktidar meşruiyet hakkı kazanamazdı.
- Kitab-ı Mukaddes kökenlerinden neşet eden Batılı geleneğin seküler anlayışında tahakküm olmadan bilgi yoktur. Tabiat hükmedilecek bir meta olarak görülür. Kilisenin sözde metafizik güçle sınırlandırmaya çalıştığı akıl, kiliseden kaçıp hiçbir sınır tanımayan bir tiranlığa dönüştü. Sadece halka değil doğaya da hükmetmeye kalkıştı ve doğanın dengelerini bozdu. Batılı eğitim egemen olma tutkusunun sonucu olarak üretilen bilginin merkezî ihtisas alanlarından biridir, modern özne yaratmanın aracıdır.
- Üniversiteler devletin egemen idaresi altına sokuldu. 19. yüzyıldan beri devleti ve dünyayı devlet vasıtasıyla düşünür oldu. Akademiler artık hükûmetler için bir tür entelektüel makinadır. Üniversiteler yapısı ve işleyişi itibarıyla şirkete dönüştürülmüştür. Verimlilik hesaplarını kâr-zarar-üretim üzerinden yapan akademiler için öğrencilerin ahlaki gelişimleri, eleştirel düşünce geliştirmeleri öncelik olmaktan çıkmıştır, artık üniversitelerin birincil görevi ekonomik özne oluşturmaktır.
- İşte böyle bir eğitim anlayışı ile önce Avrupalı insan sömürgeleştirildi, sonra Batılı insan sömürge gücü olacak özne hâline getirildi. Ardından akademi sömürüyü meşrulaştıran hukuk sistemini oluşturdu. Şarkiyatçılığı üreten şey, Aydınlanma felsefesidir. Said bu durumu gözden kaçırmıştır.
İşgalci ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Taliban güçlerinin ülkeye hâkim olmasının gündemi işgal ettiği bugünlerde Şarkiyatçılığı, sömürgeciliği ve buna temel oluşturan modernin bilgi anlayışını yeniden gözden geçirmek, eleştirel bir okumaya tabi tutmak için Wael b. Hallaq’ın Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek[2] kitabı iyi bir başlangıç noktası olabilir.
[1] İmkânsız Devlet kitabıyla ilgili yazdığım değerlendirme yazısı için bakınız: https://www.dunyabizim.com/wael-b-hallaqin-imknsiz-devleti-makale,899.html
[2] Wael B. Hallaq, Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek & Modern Bilginin Eleştirisi, Ketebe Yayınevi, İstanbul, Mart 2020.
Yorum gönder