Sevgili Aklım
Yazar: Ayşegül Canyiğit
Elinizde, bir yarıyıl tatili öncesi, karın yumuşattığı hava ve saat 19.00 suları gibi kulağa hoş gelen veriler varsa zihninizdeki hikâyenin de bu verilere yakışacak kadar sıcak ve masum olması beklenebilir. Ama gerçek hayat için ne kadar aynısı söylenebilir? Tartışılır. Nitekim bu atmosferin ana karakteri Nuriye, sevgi evinden kaçmaya niyetlenen bir kız. 17’sine aylar kalmış kızcağızı bunca yıllık yuvasından uzaklaştıran şey ise o akşamki terapi seansında geçen şu cümle olsa gerek: “Aklı başında biri olsan böyle mi olurdu?”
18 Aralık akşamı, aklının başında değilse nerede olduğunu aramaya çıkan bir genç kız -Nuriye- sevgi evinin gri duvarlarını tek atlayışla aştı. Bu kaçışı diğerlerinden biraz farklıydı. Usulca ayrılmıştı psikiyatristin yanından. “Bu sefer bulacağım.” diyerek. “Bu sefer bulacağım.”
Kimse onu ciddiye almamıştı. Ardından gelen de olmamıştı. Ne de olsa geri döneceğini biliyorlardı. Hoş, gidecek başka yeri de yoktu zaten.
Bir süreliğine de olsa bunları düşünmek yerine odaklanmaya çabaladı Nuriye. Aylak adımlarını sıklaştırdı önce. Sonra vücudundan münferit kollarını iliştirdi gövdesine. Ardından bir toprak yığınına ilişti gözü. Toprak…
“Aklın kardeşinde mi hâlâ?” demişti psikiyatr ona. Kardeşi, beraber yaptıkları kumdan kalelerde yaşamayı tercih etmişti, bu yüzden o çukurda sonsuz bir uykuya dalmıştı ya! Toprağı eşelemeye başladı. Eşeledi, eşeledi… Kaç tane kumdan kale yaptı da yıkıntılarında kayboldu, gözyaşlarıyla kurtuldu ama kardeşini bulamadı. Ağlamaklı, yoluna devam etti.
Rüzgârın kesik ıslığı kulağına çalınırken bir anda duraksadı Nuriye. Babası ıslık çalınmasına ne de sinir olurdu. Hep de uyarırdı. Şu son sıralar babasının yüzünü çok düşünürdü. Gözleri ne renkti? Alnı çok mu kırışıktı? Babasının yüzü de hastalıklı bir sarıya mı çalıyordu kendisininki gibi? Belki de aklı babasındaydı. Rüzgârın peşine takılmaya karar verdi. Neticede babası bu ıslık için rüzgâra da kızardı illaki. Oysa rüzgâr onu gölün kıyısına kadar getirmişti. Olsun, temiz havaya hasretti kaç zamandır.
Ayaklarını sürüye sürüye ilerlerken pamuk şekeri satan bir seyyar çıktı karşısına. Elini usulca cebine sokup metal paraların ağırlığını tarttı kendince. “Bir tane alabilir miyim?”
Annesi çok severdi pamuk şekerini. Belki gelirdi şimdi. Sonra o da annesine sorardı aradığı şeyi. Elindeki şekere sarılıp uyumak istedi. Annesi o uyuyunca gelirdi çünkü. Bir banka kıvrıldı. Ama nafile, bu havada uyumak mümkün değildi.
Geri dönmenin zamanı gelmişti artık.
Başı önde geri dönerken aniden bir adama çarptı Nuriye. “Yavaş be kızım, aklın bir karış havada!”
Birden kaldırdı kafasını Nuriye. Ah, nasıl da minnettardı o adama! Sonunda biri, aradığı sorunun cevabını vermişti. Aradığı şey, aklı, bir karış havadaydı. Koşturmaya başladı. Hemen yolun kenarındaki büyük marketten bir uçurtma aldı ve sevgi evinin yolunu tuttu. Varır varmaz uçurtmasını ranzanın altına koydu. Bir an önce sabah olmalı ve uçurtma uçurmalıydı. Rüyasında uçurtmanın üzerine kargacık burgacık yazısıyla şunları yazdığını gördü:
Sevgili aklım, seni hangi gökyüzünde yitirdiğimi bilmiyorum ama lütfen bu gökyüzünde bana ulaş. Sana ihtiyacım var.
Sevgiler, Nuriye.
Yorum gönder