Şubat Hikâyeleri (13) “Başın Açılması / Başın Kesilmesi”

Şubat Hikâyeleri (13) “Başın Açılması / Başın Kesilmesi”

Yazar: Mustafa Atılgan

Nurtaç Hanım, Konya’da bir kamu kuruluşunun bölge müdürlüğü bünyesinde ziraat mühendisi olarak çalışıyordu. İslami düşünce ile sonradan tanışmış olan ve tanıştıktan sonra da gereklerini yerine getirmeye çalışan başörtülü bir devlet memuruydu.

Kurumda başka başörtülü memur yoktu. O yüzden dönemin egemenlerine sevimli gözükmeye çalışan bölge müdürü ve diğer yöneticilerin hedefindeydi. Her gün inancına ve kişiliğine yapılan saldırılara muhatap oluyordu. Şimdilerde yasa ile engellenmeye çalışılan ve adına “mobbing” denilen işyerinde psikolojik baskının her türlüsü üzerinde deneniyordu. O günlerde “mobbing”in hem yasası yoktu hem de başörtüsü sebebiyle “mobbing” yapanları cezalandırmıyorlar, aksine taltif ediyorlardı.

Nurtaç Hanım, bütün yapılanlara rağmen başörtüsünü çıkarma düşüncesini aklına bile getirmiyor, bazılarının fetvasını aldıklarını söyledikleri peruk takmayı hiç düşünmüyordu.

Nurtaç Hanım’a yapılanlar, aynı işyerinde çalışan ama başörtülü olmayan bir bayanı çok üzüyordu. Adaletsizliği görüyor, sessiz kalmaya gönlü razı gelmiyordu. Daha fazla sessiz kalamadı, Nurtaç Hanım’a destek olmak için işyerine pantolon giyerek geldi. O tarihlerde bayan devlet memurlarının pantolon giymesi yasaktı. Ve disiplin soruşturmasına maruz kaldı, “uyarı” cezası aldı. Bazılarının “provokatör” suçlamalarına aldırmadan Nurtaç Hanım’ın yanında oldu, mücadele etti. “Devlet Memurları KılıkKıyafet Yönetmeliği”nin iptali için dava açtı.

Cezanın sebebi pantolon olunca belki önyargılı yaklaşmadan yaslara uygun bir yargılama yaparlar ve faşizm kalıntısı yönetmeliğin ilgili maddesi iptal edilebilir diye düşünüyordu. Biz de “Acaba olabilir mi?” diye düşünüyorduk. Masraflarını da kendisi karşılayarak sonuna kadar davayı ısrarla takip etti. Ama Danıştay, “…davanın, maddenin iptali ile başörtüsünü de serbest bırakmak amacı taşıdığı…” ifadelerini karar gerekçelerine yazarak davayı reddetti.

Önemli olan, davanın sonucundan daha çok aynı acıyı yaşamadığı hâlde arkadaşının acısına sahip çıkmak ve destek vermek erdeminin gösterilmesi olmalıydı. Edipzade Hanım bu erdemi göstermiş, bu davranışı hayırla hatırlanmayı hak etmişti.

Aynı günlerde Nurtaç Hanım yine bir savunma sonrası büroya gelmişti. Üzgün gözüküyordu. Biraz moral vermeye çalıştım, imtihanın yerini ve zamanını belirleyecek olanın Allah olduğunu, her imtihanın mutlaka geçeceğini, imtihanlar karşısındaki tutum ve davranışlarımızın bizim onurumuz veya utancımız olarak kayıtlara geçeceğini, devam eden imtihanda kendisinin onurlu davrandığını söyledim. “Üzgün gözükmem ondan değil Avukat Bey.” dedi. Ve anlattı; kendisi işyerinebaşörtülü geldiği suçlamasıyla savunma vermek için bölge müdürlüğüne gidip savunması bittikten sonra odaya döndüğünde, odada bulunan mesai arkadaşları baklava yiyorlarmış. Odaya girdiğinde de hiç istiflerini bozmadan tatlılarını yemeye devam etmişler.

Bu mesai arkadaşlarının içinde “dindar” olanı var mıydı, ya da kaçı “dindar”dı bilmiyorum. Ama olayı duyunca bir an Hz. Hüseyin geldi aklıma. Ve şehit edildiği gün Emevi Sarayı çevrelerinden bazılarının halka tatlı dağıttığı rivayetleri… Başın açılması/başın kesilmesi benzerliği… Ve düşmanda olsa acısına anlayışlı davranmanın ne büyük bir erdem olduğu gerçeği…

Rahmetli babam, Allah ve Rasulü’nü çok severdi. Hz. Peygamber’den bahsedilirken kaç kez gözlerinin yaşardığını hatırlarım. Ama babam ümmî bir insandı. Türkü dinlemekten de hoşlanırdı. Aramızın çok da iyi olmadığı bir komşumuzun yakını vefat etmişti. Komşumuzun acısına saygısızlık etmemek için en az on gün radyoyu açıp türkü dinlemeyi hem kendisine hem ev ahalisine yasaklamıştı.

Okumuş, memur olmuş insanların Nurtaç Hanım’a karşı davranışı ile ümmî babamın komşumuza karşı davranışı arasında bir kıyas yapmak mümkün olabilir mi dersiniz?

Nurtaç Hanım’ın soruşturma süreci devam ederken, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bulunan doktor, hemşire ve laborantlardan başörtülü olanlarda aynı süreci yaşıyordu. Nurtaç Hanım, büroya her gelişinde kadın doğumda uzmanlık eğitimi alan doktor hanımlardan birisinin durumunu merak ediyor, ne yaptığını soruyordu. Bir gün o doktor hanımı neden o kadar merak ettiğini sordum. “Avukat Bey, benim İslam ile tanışmama, Müslüman olmama o hanım sebep oldu. Onun için ne yaptığını çok merak ediyorum.” cevabını verdi. Merakının sebebi belli olmuştu. Haksızda sayılmazdı, insan kendisini doğru yola çağıranın imtihanlar karşısındaki tavrını merak ederdi.

Sonra ne oldu dersiniz? Eşi de “dindar” olan Doktor Hanım, “aylıktan kesme” cezası sonrası devamını göze alamadı, peruk takarak uzmanlık eğitimini tamamladı. Nurtaç Hanım ise böyle yapmadı, inancında ve mücadelesinde sebat etti, cezaları almaya devam etti. “Aylıktan kesme” cezasından sonra, “kademe ilerlemesinin durdurulması” cezasını da aldı. Sonra da “devlet memurluğundan çıkarma” cezası ile memuriyetten atıldı.

Doğruları söylemek, insanların doğrularla tanışmasına vesile olmak elbette güzel hasletlerdi. Ama doğruları yapmakla, doğruları yapmakta ısrar etmekle, doğrular için mücadele etmekle bu güzel hasletler taçlanırsa çok daha anlamlı olurdu. Yoksa sizin doğrularla tanıştırdığınız insanlar sizin yapamadıklarınızı yaparlar ve siz mahcup, mahzun bakakalırdınız.

Nurtaç Hanım’ın memuriyetten atılması işleminin iptali için dava açmıştık. “Brifing Yargısı”nın yargıçları davayı reddettiler. Davanın reddinden bir süre sonra, bir gün bölge müdürlüğünden bir bey aradı, Nurtaç Hanım’ın adresini istedi. Neden istediğini sordum. Reddedilen mahkeme masraflarının ve avukatlık ücretinin tahsili için icra takibi yapacaklarını, onun için lazım olduğunu söyledi.

İran Devrimi’nin gerçekleştiği yıllarda, devrimden önceki gösteriler sırasında, Şah’ın askerlerinin, öldürdükleri direnişçilerin cesetlerinden çıkan kurşun sayısına göre kurşunların ücretini alıp öyle cenazeyi ailelerine teslim ettikleri dünya medyasında yer almıştı. Daha önce aynı kurumda çalıştığı mesai arkadaşının, Nurtaç Hanım’dan yargılama giderini tahsil etmek için adresini öğrenmeye çalışması, sizce de bu durumla benzerlik taşımıyor muydu? Zalimlerin birbirlerine benzemelerinden daha doğal ne olabilirdi?

Nurtaç Hanım’ı memuriyetten attıran bölge müdürü daha sonra,muhafazakâr demokrat bir partiden milletvekili aday adayı oldu. Ama kendisine itibar edilmedi. Tekrar genel müdürlüğe de döndürülmedi.

Yargılama giderleri için icra takibi yapmak amacıyla adres öğrenmeye çalışan memur, o bölge müdürlüğünde devam edemedi, rızası dışında başka kuruma tayin edildi. Nurtaç Hanım ise, memuriyetten atılmasını yeni doğan çocuklarına iyi bir annelik yapmak için fırsat bildi. Şimdilerde çocuklarının yeterince büyüdüğünü düşünüyor olmalı ki, atıldığı kuruma, izzetinden ve onurundan hiçbir şey kaybetmemiş birisi olarak geri dönme dilekçesi verdi, sonucunu bekliyor.

Kim ne yaparsa yapsın kendisi için yapar ve yaptığının karşılığını mutlaka görür.

Yorum gönder