Şubat Hikâyeleri (17) “Engellen(emey)en Panel”
Yazar: Mustafa Atılgan

Başörtülerinden dolayı okullarına devamı engellenen öğrenciler, işlerinden çıkarılan memureler “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nü, yaşadıklarına dikkat çekmek için kullanabileceklerini düşünüp bir panel organizesini uygun bulmuşlar. Konuyu Mazlumder’e götürmüşler. Mazlumder, destek vermekle kalmayıp, organizeyi üzerine almış.
Panele konuşmacı olarak Nazlı Ilıcak, Şefik Dursun, Alev Erkilet ve Yılmaz Ensaroğlu’nun katılması kararlaştırılıyor. Gerekli görüşmeler yapılıyor, hepsinden onay alınıyor. Salon için Konya Ticaret Odası’ndan tahsis yaptırılıyor. Sonrasında dernek yönetimi, “8 Mart 2002 Saat: 19. 30” tarihli panel kararını alıp gereği için Valiliğe bildirimini yapıyor.
28 Şubat 2002 tarihinde yapılan başvuru hakkında, Emniyet Müdürlüğü tarafından, 5 Mart 2002 tarihli yazı ile “…başvuruda eksiklikler olduğu…” dernek yönetimine tebliğ ediliyor.
Eksik olduğu belirtilen hususlar, o güne kadar yapılan onlarca salon toplantısı için istenmeyen şeyler. Dernek Yönetim Kurulu’nun kimlerden oluştuğu resmî kayıtlar ile sabitken, alınmış yönetim kurulu kararının fotokopisi ellerinde olduğu hâlde, ayrıca “2911 sayılı yasanın 10. maddesi gereğince yedi kişilik tertip heyeti” isteniyor.
Dernek yönetimi, yapacağı panelin yıllardır defalarca yaptığı etkinliklerden olduğu ve uygulandığı gibi, 2911 sayılı yasanın 4. maddesinde sayılan istisnalar kapsamında olduğunu biliyor. Yapılanın bir yıldırma politikası olduğunu fark ediyor. Böyle bir usulsüzlüğü panelin yapılamaması pahasına kabullenmeme ve hemen idari işlemin yürütmesinin durdurulması için dava açma yolunu seçiyor.
Davayı hemen açıyoruz. Olumlu bir karar çıkması ve yapılan hazırlıkların boşa gitmemesi, panelin olmasını çok arzulayan öğrencilerin isteklerinin yerine gelmesi için saatler bile önem taşıyor. Dava, salı günü açılıyor. Yürütmenin durdurulması taleplerini görüşmek için mahkeme heyeti perşembe günleri toplanıyor. Görüşülecek dosyalar arasında açılan davanın da olması, sonrasında kararın çıkması ve yazılması konusunda Adem Seleş ısrarlı takibini sürdürüyor.
Mevcut şartlarda ve mevcut kanunlara göre mahkemeler nezdinde yürüyen arayışların bir zorunluluk olduğunu, bütün mahkemelerin genelde insan hakları, özelde inanç ve ibadet hakkı ve başörtüsü konusunda taleplerimize uygun kararlar verseler dahi, bu durumun sevinmeyi gerektirmeyeceğini, zira inanç ve ibadet hakkının kaynağının mahkemeler olmadığını, olamayacağını konuşuyoruz. Keza, bütün mahkeme kararları taleplerin reddi şeklinde çıkacak olursa da, bu durumda üzülmeye gerek olmadığını, insan yapısı kanunların adaleti sağlamasının mümkün olmadığının tespiti olacağını dile getiriyoruz.
Ayrıca mahkemelerin süreç içerisinde mevcut yasaları dahi hiçe sayan politik kararlar verdiğini sıkça görüyorduk. Konya’nın bir ilçesinde aynı günlü ve aynı sayılı işlem ile dokuz tane başörtülü hemşireye başörtülü çalıştıkları için aylıktan kesme cezası verilmişti. Bizde hepsi hakkında aynı gün İdare Mahkemesine iptal davası açmıştık. Mahkeme, davalardan üç tanesi hakkında kabul kararı verirken, kanun ve yönetmeliklerde hiçbir değişiklik olmadığı hâlde altı tanesi hakkında ret kararı verdi. Daha ilginç bir karar hatırlıyorum; Danıştay’ın, başörtüsünü, kuralları bildiği hâlde bilinçli olarak takmayı, “ideolojik amaçla kurumun huzur ve sükûnunu bozma” kabul edip memuriyetten atma gerekçesi saydığı karar, 7 Mayıs 1999 tarihli idi. Burada mahkeme, 3.4.1999 tarihli ret kararında, Danıştay’ın belirtilen kararındaki gerekçeye yer vermişti. Teknoloji bu kadar gelişmeyince, karar tarihini değiştirmenin atlanması, böyle çelişkilere bizim de tanık olmamızı sağlıyordu.
Tanıklıklarımız bu kadarla kalmıyordu. Dayısının Konya İdare Mahkemesindeki davasını takip ettiğim, güney illerinden birisindeki bir idari yargı hâkimi ziyaretime gelmişti. Davanın seyri hakkında benden bilgi aldı. Ben de ona bulunduğu mahkemenin özellikle başörtüsü hakkındaki yaklaşımını sordum. Önlerine gelen davalarda bütün usulsüzlüklere rağmen başörtülüler aleyhine karar verdiklerini söyledi. Bu durumdan çok rahatsız olduğunu ama kararlara muhalefet şerhi bile koymadığını, koysa dahi oy çokluğuyla aynı kararların çıkacağını ama bu kez kendisinin üzerine gelinebileceğini söyledi. Kendisine katılmadığımı, kararları hukuka uygun bulmuyorsa tek başına da olsa muhalefet şerhi koyabileceğini, kendisi bu şerhi koyarsa belki diğer üyelerden birinin de vicdanın sesini dinleyip kendisi ile aynı yönde oy kullanabileceğini, bu kez oy çokluğunun değişeceğini ve kanunlara uygun karar çıkabileceğini, üzerine gelinse bile en fazla o ilden başka ile tayininin çıkarılabileceğini söyledim. Bunu göze alamayacağını söyledi. Tayininin çıkmasını göze alamayan insanların, okullarından ya da memuriyetlerinden atılmayı göze alan insanların mücadelesine katkı vermek bir yana onları anlamalarının bile mümkün olmadığı ortadaydı.
Panel konusunda da mahkemenin Valilik işlemi hakkında yürütmeyi durdurma kararı vermesini beklemiyordum. Ama yanıldım. Mahkeme, oy çokluğu ile emniyetin başvuru eksikliği olduğuna ilişkin işleminin yürütmesini durdurdu. Dolayısıyla panelin yapılmasının önünde bir engel kalmamıştı. Ya da biz öyle zannediyorduk.
Mahkemenin yürütmenin durdurulması hakkındaki kararını, panel yapılacağı 8 Mart 2002 günü sabah gidip kalemden elden tebliğ aldım.
Emniyetin karardan haberdar olamayabileceği ve panele gelenlere engel çıkarma ihtimalini düşünüp dernek yöneticisi arkadaşlarla istişare ederek, mahkeme kararını emniyete fakslamayı uygun bulduk. Mesainin bitmesine yakın, saat 15.45 civarlarında kararı emniyete faksladık.
Saat 16.40’ta beni mahkemeden aradılar. Yeni bir karar verildiğini, tebliğ almamı söylediler. Sadece bir saat gibi zaman zarfında, heyet günü olmamasına rağmen mahkeme heyeti yeniden toplanıp bir gün önce verdiği yürütmenin durdurulması kararını kaldırmış. Gidip almadım, kararı posta ile göndermelerini söyledim. Ama bu hız hepimizi şaşırtmıştı.
Hemen arkadaşlar bir otelle görüştüler. Otelin yüz elli iki yüz kişilik yemek salonu vardı. Toplantıyı “yemek organizesi”ne dönüştürerek yasal engel aşılmış ve toplantı yapılmış olacaktı. Panelin yapılacağı salona gelenleri dernek görevlileri otele yönlendireceklerdi.
Toplantı saatine çok kısa bir süre kalmıştı. Bu kez otel yöneticileri, emniyetin izin vermediğini, yemek salonunun boşaltılmasını istediler.
Huder başkanı Hasan Kılca da oradaydı. Toplantının Huder’de yapılabileceğini söyledi. Ve orada bulunanlara duyuruldu. Huder’in elli altmış kişilik salonunda adım atacak yer kalmamış, yüz elli iki yüz civarında dinleyici gelmişti.
Emniyet görevlileri oraya da geldiler. Onların geldiği görülünce Huder’in kapısı kapatılarak dışarıdan kimse alınmamış ve toplantı içeride devam etmişti. Bütün engelleme gayretleri boşa çıkmış, panel yapılmış, normal şekilde yapılmasından çok daha fazla kamuoyunda yankı bulmuştu.
Açılmış olan dava devam etti. Mahkeme kararları, temyizler, Danıştay kararları derken, panelin tarihinin üzerinden beş yıldan fazla zaman geçtikten sonra; Emniyet’in işlemi, usulsüz bulunarak Valilik tarafından iptal edildi.
Bu kadar gecikmeye rağmen bu da bir şeydi.
Kim ne yaparsa yapsın kendisi için yapar ve yaptığının karşılığını mutlaka görür.
Yorum gönder