Şubat Hikâyeleri (21) “Tıpçının ‘Hukuk’ Stajı”

Şubat Hikâyeleri (21) “Tıpçının ‘Hukuk’ Stajı”

Yazar: Mustafa Atılgan

Hatice Hanım beş yaşında iken yetim kalmış, annesinin hem annelik hem babalık yaptığı başarılı bir öğrenciydi. Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesini kazanmış, son sınıfa kadar hiç takılmadan gelmişti. Başörtüsü yasakları başladığında son sınıf öğrencisi, intörn doktordu. Mezuniyeti için Psikiyatri ve Halk Sağlığı stajları olmak üzere sadece iki stajı kalmış ama bu süreçte uyarma, kınama, bir ay uzaklaştırma, bir dönem uzaklaştırma cezalarını almıştı. Kapıdan içeriye almamaya başlamışlar sonra da devamsızlıktan okuldan atmışlardı. Milyonlarca öğrencinin birinci tercihi olan bölümü kazanmış olmak, mezun olmasına sadece iki stajının kalmış olması, ülkenin doktor ihtiyacı, yetim bir evladın ve dul bir annenin çabaları, hayalleri, beklentileri… yasakçılar için önem taşımıyordu. Onlar, devletin emrini dinlemeyenlere gerekli dersi vermek, efendilerine uşaklık sadakatini göstermek çabasındaydılar.

Süreç devam ederken annesi ve kız kardeşlerinden birisi ile büroma ziyarete geldiler. Annenin yüzü; inançlı, kararlı ama beş kız evladın yükünü yalnız başına taşımış olmanın boyun büküklüğü ve evladına yapılanların kızgınlığı ile elinden bir şey gelmiyor olmasının hüznünü yansıtıyordu. Kelimelerin bittiği, söyleyecek cümle bulmakta zorlanılan anlardan biriydi.

Bir benzerini Merkez İmam-Hatip öğrencisi Ayşe’nin annesi ile birlikte geldiğinde yaşamıştım. Ayşe, Merkez İmam-Hatip’te başörtüsü mücadelesinin önde gelenlerinden idi. Merkez İmam Hatip’in hafız müdürü, Ayşe’nin babasını okula çağırıp doğru-yanlış bir sürü konuşma ile adamcağızı korkutmuş, imza ve onayını alarak kızının tasdiknamesini eline vermiş. Anne, kızının mücadelesini destekliyor, yardımcı olmaya çalışıyordu. Kızını okula nasıl yeniden kaydettirebileceğinin arayışında idi. Yapılabilirdi ama yapacak adamlar katakulli ile tasdiknameyi verenlerdi. Onun yüzünde de acı bir çaresizlik, elinden bir şey gelmemesinin hüznü vardı.

Hatice, mücadeleye devam etti. Arkadaşları ile bir platform oluşturdular. Dosyalar hazırladılar, kanun teklifleri hazırladılar. Konya’da, Ankara’da, İstanbul’da; yazar, siyasetçi, sivil toplumcu, aktivist, bürokrat, milletvekili… ulaşabildikleri, kendileri ile görüşmeyi kabul eden herkes ile görüştüler. Radyolara çıktılar, televizyon programları yaptılar, toplantılar organize ettiler, “Adım adım özgürlük” adı altında Konya’dan Ankara’ya bir yürüyüş organize ettiler ama engellendi.

Bu çalışmaları iki yıl kadar devam etti. Uzayan her mücadelede yaşanabilecek şeyler oldu sonra yurt dışına gidenler oldu, Konya’da kalmalarının görünür bir sebebi kalmadığı gerekçesiyle aileleri tarafından çağırılan dolayısıyla memleketlerine dönenler oldu, arkadaş grupları yavaş yavaş dağıldı.   

Hatice, çıkan öğrenci affından faydalanıp atıldığı okuluna yeniden kaydını yaptırdı. Ama durumda bir değişiklik yoktu, kaydını dahi vekâleten yaptırmıştı, okula almıyorlardı.

Bir imkân buldu, öğretimini tamamlamak için Almanya’ya başvuru yaptı. Başvurusu kabul edildi ama en az dört yıl daha öğretim görmesi gerekiyordu. Orada başlamayı, yaz tatillerinde de Konya’da stajlarını tamamlamak için gayret göstermeyi denedi.

Halk sağlığı stajı, okula gitmesine gerek kalmadan sağlık ocaklarında yapılıyordu, sağlık ocaklarında da memur statüsünde olmadığından idare ediyorlardı. Psikiyatri stajını da gece nöbetleri tutarak tamamlama çabasındaydı. Kısmen düşündüğü gibi oldu, halk sağlığı stajının devamını sağlık ocağında tamamladı. Ama stajın bitti kabul edilmesi için fakültede anlatması gereken bir seminer vardı.

Semineri anlatması kolaydı da, güvenlik görevlisini aşıp fakülteye girmeyi nasıl yapabilecekti? Epey yöntem araştırması yaptık, bir çıkış yolu bulamadık.

“Ayete-l Kürsi’yi okuyarak gidin Hatice Hanım.” dedim. “Her şeyin tasarrufu Rabbimizin elinde değil mi? Deneyelim, kendimize düşeni yapalım. O, yollarını açacaktır inşallah.”

Seminer sabah 10.00’da idi. Öncesinde aramadı, demek ki girdi, diye düşündüm. Öğle saatlerinde aradı, gerçekten girmiş. “Nasıl oldu?” diye sordum, anlattı; kapıya geldiğinde güvenlik görevlisi yokmuş. Yukarıda dersin hocası acayip tepki vermiş, “Nasıl böyle gelebilirsin?” diye. Güvenlik görevlisini aramış hemen, “Nasıl başörtülü bir öğrenciyi içeri alırsın?” diyerek. Güvenlik görevlisi, “Bir hastam vardı, onunla ilgilenmek için beş dakikalığına kapıdan ayrılmıştım, o ara girmiş.” izahını yapmış. O güvenlik görevlisinin hastasını tam o gün o saatte oraya gönderen Rabbimize şükürler olsun. Seminer sunulduğu, hiçbir eksiklik bulunamadığı hâlde stajını yine kabul etmediler.

Psikiyatri stajına gelince, dersin hocası kendi odasında sınav yapmayı kabul etmiş. Sınava girerken başını açmamasına ve peruk takmamasına razı ama sınavdan çıktığında “Nasıl girdin?” diye sorduklarında, “Peruk takarak girdim.” demesini şart koşuyor. Allah razı olsun, Hatice Hanım bu şartı kabul etmedi ve iki stajdan da yine kalmış oldu. Tekrar Almanya’ya döndü. Burada kabul etmedikleri stajları orada yapıp yapamayacağını sordum. Yapabilirmiş. O stajlarını orada tamamlaması ve oradaki stajın burada kabul edilmesini talep etmeyi denemeye karar verdik. Bir yıl sonra, o stajları yaptığına dair gerekli bütün dokümanları getirdi ve fakülte yönetim kuruluna müracaatımızı yaptık. Yönetim kurulunda tanığımız hocalar vardı. Durumu anlattık. “Biz olumlu görüş bildiririz ama diğerlerine bir şey diyemeyiz.” cevabını verdiler. “İyi, bu da bir şeydir.” dedik. Yönetim kurulundaki hocaların çoğunu tanıyan bir emekli öğretim üyesinin ismini verdiler, “Onunla görüşün, yönetimdekileri ikna edebilir.” dediler. O emekli öğretim üyesini Hatice Hanım tanıyordu. Kendisi ile görüştüğünde, bu talebin kabul edilmesinin mümkün olmadığını, talepten vazgeçmesini söyleyerek diğerlerini değil Hatice Hanım’ı ikna etmeye çalışmış. Hatta kendisinden beklentilerimiz fazla olan, kendi eşi de başörtülü ve başörtüsü dolayısıyla tıp fakültesini on iki yılda bitirmiş bir doktor hanımın eşi olan yönetimdeki hocalardan birisi Hatice Hanım’ı çağırmış. “Sen ne peşindesin, ne uğraşıp/uğraştırıp duruyorsun?” gibi sorgulamalar yapmış. Hatice Hanım, “Sizin eşiniz on iki yılda bitirirken neyin peşindeyse ben de onun peşindeyim.” cevabını verince susmak zorunda kalmış. İşte bu yönetim kurulu üyesi hoca, yönetim toplantısının olduğu günün akşamı aradı, “Gözünüz aydın, talebiniz kabul edildi.” dedi. “Nasıl oldu?” diye sordum, hiç tahmin etmediğimiz hatta karşı çıkmasını beklediğimiz üyelerden birisi staj belgelerini inceleyip, kendi fakültelerinde yapılandan çok daha ileri seviyede bir staj olduğunu görünce olayı sahiplenmiş, tüm sorumluluğu üzerine alarak diğerlerini ikna etmiş.

Ey Allah’ım, Sen nelere kadirsin! Yeter ki bizler kul olmayı bilelim.

Tıpçının yıllarca süren “hukuk” stajı bitmiş, mezun olmuştu ama imtihan bitmiyordu.

Bu kez, Türkiye’de mezun olduğu için Almanya bazı derslerinin denkliğini kabul etti ve oradaki fakülteden de mezun olmuş oldu. Tek fakülteyi bitirmemesi için karşısına her türlü engel çıkarılan Hatice Hanım, iki fakülteyi de bitirmişti. Hatta ihtisas sınavında da başarılı olmuş,  Almanya’da dahiliye uzmanlık eğitimine başlamıştı.

İhtisas başladıktan bir süre sonra aradı, “Abi, bu ihtisas bayağı uzun sürecek. Annem çok yoruldu, yaşlandı, artık onu yalnız bırakmak istemiyorum.” dedi. “İyi yaparsınız, gerekirse ihtisası ileride deneyebilirsiniz, annenizle biraz ilgilenmeniz, vakit geçirmeniz çok iyi olur.” dedim.  İşlerini ayarlayıp dönüş hazırlıkları yapıyordu. Ve bir gün; gelemeden, annesini göremeden annesinin vefat ettiğini öğrendik. Galiba annesinin cenazesine bile yetişememişti. Hem Hatice Hanım’ın hem Ayşe Hanım’ın annelerinin iyiliklerine bizzat şahidim. Her iki anneye de tekrar tekrar rahmet diliyorum, Rabbim hayırlı şahitlikler yazsın inşallah.

Kim ne yaparsa yapsın kendisi için yapar ve yaptığının karşılığını mutlaka görür.

Yorum gönder