Şubat Hikâyeleri (22) “Diplomanız Sizin Olsun”

Şubat Hikâyeleri (22) “Diplomanız Sizin Olsun”

Yazar: Mustafa Atılgan

Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisiydi.

Modern düşünceli polis bir babanın, dinî sohbetlere devam eden geleneksel bir annenin okuyan, sorgulayan, araştıran kızıydı.

Babasının çevresinde marjinalliğin zirvelerini görüyor, “İnsan, dünyaya böyle bir hayat yaşamak için gelmiş olamaz.” diye düşünüyor; annesinin çevresinde gelenekselliğin uç noktalarını görüyor, Yaratıcı’nın kullarından istediği hayatın bu olup olmadığını sorguluyor, gerçeği kalbine yerleştirmesi için Allah’a dualar ediyordu.

Necip Fazıl’ın bahsettiği türden fikir sancıları içindeyken rüyasında, “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk…” sözlerini tekrarladığını gördü. Şaşkındı, hiç duymadığı ve ne anlama geldiğini bilmediği bu sözler nasıl dilinden dökülüyordu? Ve bu rüyayı üst üste görür olmuş, bir işaret olabileceğini düşünmeye başlamıştı.

Kur’an mealini okumaya başladı. Okudukça imanın tadına varıyor, teslimiyeti artıyordu. Ve Nûr suresindeki başörtü emrini okudu, “Allah böyle istiyorsa bana teslim olmak düşer.” dedi, o zamana kadar kendisine hep soğuk gelmiş olan başörtüsünü taktı ve başını örttü.

Bu karar ve tavır ile birlikte imtihan da başlamış oldu.

Okula alınmama oluyordu, derse alınmama oluyordu, girdiği dersten çıkarılma oluyordu… Okulun hemen karşısında bulunan kışladan izleniyordu, terör suçlamasıyla gözaltına alınacağı tehditleri gırla gidiyordu.

Evet, zorlanıyordu ama panik yapmıyor, net tavrından vazgeçmiyordu.

Her başörtülü öğrencinin yaşadığı türden okul baskısı, toplum baskısı, arkadaş baskısı hiç eksik olmuyordu. “Sizler gibi öğretmenlere ihtiyaç var, siz olmazsanız yerlerinize başkaları gelecek.” diyorlardı. İlmin de farz olduğunu, ilim için başörtüsünden fedakârlık edilebileceği, dışarıda örtüp içeride açmasının caiz olduğu söyleniyor ve bununla ilgili fetvalar veren hocaların isimleri art ardına sayılıyordu.

İlginç bir durumdu, o zamana kadar bilmediği/duymadığı abiler, âlimler/hocalar kendisini ikna etme çabasındaydılar.  Allah’ın bir emrini uygulamaktan vazgeçirmek için Allah’ın dinini kullanmaya kalkma çelişkisi çok açıktı, dine karşı din kullanılıyordu.

İstikrarlı davrandı, istikametini korudu, başörtüsü emrine uymaktaki ısrarını devam ettirdi. Ve onca badireden sonra mezun olabildi. Ama mezun olmakla imtihan bitmiyordu.

Bölüm başkanı çağırdı görüşmek için. İlme meraklı ve araştırmaya istekli olduğunu, muhakemesinin geniş olduğunu biliyorlardı. Keza, Fransızca öğrenmek istediğini, Fransa’yı görmek istediğini de…

Bölümünde araştırma görevlisi olarak kalmasını teklif etti. Fakültenin kafası çalışan, vatanını milletini seven akademisyenlere ihtiyacı olduğunu, tam aradıkları insan olduğunu, yüksek lisans ve doktora için Fransa’ya da göndereceklerini ilave etti. Heyecan verici, güzel tekliflerdi.

Ama bir şartları vardı, başını açması. İmtihan edildiğini fark etti. İnsanın elde etmek istediği şeylerin önüne sürülerek imtihan edilmesi, zaten elde edemediği şeylerden vazgeçmekten elbette çok daha zordu.

Tebessüm etti, hakkındaki iyi düşünceleri için teşekkür etti, önüne dünyalar serilse Allah’ın izni ile tercihinin her zaman Allah’ın emrinden yana olacağını ifade etti.

Oradan öğrenci işlerine gitti diplomasını almak için. “Veremeyiz” dediler, “Başı açık fotoğraf getirmen lazım”. “Diplomanız sizin olsun.” dedi ve çıktı.

Kim ne yaparsa yapsın, kendisi için yapar ve yaptığının karşılığını mutlaka görür.

Yorum gönder