Şubat Hikâyeleri (3) “İmamhatip’te”

Şubat Hikâyeleri (3) “İmamhatip’te”

Yazar: Mustafa Atılgan

Başörtülerini açmamakta ısrar eden öğrencilerin okula alınmadıkları, öğrencilerin ve bir grup öğrenci velisinin okul önünde bekledikleri haberi gelmişti. Bir haksızlığa meydan verilmemesi için okulun önüne gelip gelemeyeceğimiz sorulmuştu, hem bazı öğrenciler hem de velileri tarafından.

Sevgili meslektaşım Salih Taytak ile okulun önüne gidiyoruz. Yüz civarında öğrenci, Yüz elli iki yüz arasında öğrenci velisi, bir o kadarda resmî ve sivil polisten oluşan kalabalık, okulun kapısı önünde bekliyorlar.

İçlerinde TİMAV’ın o dönemdeki genel başkanının da olduğu beş kişilik bir veli heyetiyle birlikte okul müdürü ile görüşmeye gidiyoruz.

Müdür, kendisinin de böyle bir uygulamadan rahatsız olduğunu, daha önceki zamanlarda öğrencileri başörtüsü takmaya teşvik edenlerin başında kendisinin geldiğini, ama şimdi tersi bir uygulamayı yapmak zorunda olduğunu ifade ediyor.

Ben, böyle bir uygulama yapmaya hakkı olmadığını, başörtüsü örtmeye teşvik etmesini beklemediğimizi, baş açmaya da zorlamaması gerektiğini, yasalarda belirtilenleri uygulasa dahi öğrencileri derse almama hakkı olmadığını söylüyorum. Müdür Bey, aslında bu işin böyle halledilmeyeceğini, zamana yayarak ve ikna ederek halli gerektiğini vilayette söylediğini beyan ediyor. Ben, başörtüsünü nasıl açtıracakları hususunda valilikte akıl mı verdiğini soruyorum. Bozuluyor, “Beni işbirlikçilikle mi suçluyorsun?” diyor.“Yaptığınızı söylediğiniz teklif onu çağrıştırıyor.” diye cevap veriyorum. Tam bu sırada müdür odasının kapısı açılıyor.

İlçe kaymakamı, ilçe Milli Eğitim müdürü, şube müdürü ve ilçe emniyet amiri odaya giriyorlar. Artık muhatap olarak karşımızda kaymakam var.

Kaymakama soruyorum: “Bu öğrencileri başörtülü oldukları için okula almama hakkınız var mı?” “Hayır” diyor. “Derste oldukları hâlde yok yazma hakkınız var mı?” “Hayır” diyor. “Başını açan öğrencileri başka sınıflara veya laboratuvara götürerek ders işleme hakkınız var mı?” “Hayır” diyor. “Okuldan kayıtlarını silme veya atma hakkınız var mı?” diyorum. “Hayır” diyor. “Peki, ne yapabilirsiniz?” diye soruyorum. “Uyarı, kınama, sonra kısa süreli okuldan uzaklaştırma cezası verebiliriz. Bu da en fazla beş gün olur ve devamsızlıktan sayılmaz.” diyor. “Bunları yapın o zaman, neden kanunsuz şekilde öğrencileri okula almıyorsunuz?” diye soruyorum. Kaymakam Bey, odada olanları bir bir süzüyor. Sonra diğer velilerden bizi yalnız bırakmalarını rica ediyor. Diğer veliler çıkıyor, Salih’le ikimiz ve öteki yetkililer kalıyoruz.

Veliler, müdür odasından çıkarken Müdür Bey, “Ben” diyor, “Disiplin yönetmeliği hükümlerini harfiyen bilirim. İstersem bu öğrencilerin hepsini okuldan bile atarım”. Kraldan fazla kralcı, hafız-ı kelam Müdür Bey’in bu sözlerine acı acı gülümsüyoruz. Zira biraz önce olanlardan üzüntü duyduğunu ifade etmiş, kendisini işbirlikçi olarak suçlayamayacağımızı söylemişti.

Söze Kaymakam Bey başlıyor. Olanlardan rahatsız olduğunu, günlerden cuma olduğu için biraz sonra cuma namazına gideceğini, alnını secdeye koyarken utandığını, secdeye gidecek yüzü olmadığını söylüyor. Ama okulun “irtica yuvası” olarak adının çıktığını, bunun için üzerine gidilmesi istendiğini ifade ediyor. Ben söze giriyorum, okulda suç işleyenler var ise onların tespitinin, yakalanmasının ve cezalandırılmasının mümkün olduğunu söylüyorum. Ama toptancı bir yaklaşımla bütün okul öğrencilerinin Ceza Kanunu’nda bile tanımı olmayan “irtica” adlı bir suçla zan altında bırakılamayacaklarını dile getiriyorum.

Kaymakam, her ay garnizon komutanının bütün ilçelerin kaymakamlarını topladığını, onlardan hesap sorduğunu, bir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda bir kaymakamın masasında Fazilet Partisi’nin çiçeği ile resmi çıktığı için o ilçe kaymakamını şiddetle azarladığını söylüyor. Yine söze karışıyoruz, “Garnizon komutanının böyle bir hakkı var mı?” diye soruyoruz. “Hayır, yok.” diyor. “Sizlere hesap sorma yetkisi var mı?”diye soruyoruz. Yine “Hayır, yok.” cevabını alıyoruz. “O zaman neden katılıyorsunuz? Neden kendinizi azarlamasına izin veriyorsunuz?” diye soruyoruz. Kaymakam Bey’in cevabı tarihe geçecek cinsten: “İyi ama ben bu yaştan sonra gidip doğuda kaymakamlık yapamam ki…”

Bu zihniyetle problemleri çözmenin mümkün olmadığını gayet iyi anlıyoruz. Ama yine de düşündüklerimizi ifade etmekten vazgeçmiyoruz. Özgürlüklerin bedel istediğini, bir tayini bile göze alamayan insanların kendi özgürlüklerini de, başkalarının özgürlüklerini de korumasının mümkün olamayacağını söylüyoruz. Yetkilerini aşanlara gereken tepki verilmezse, cesaretleneceklerini ve müdahale alanlarını genişleteceklerini anlatıyoruz. Kaymakam Bey, en azından bize hak veriyor ama kendisinin farklı bir tavır içinde olmasının mümkün olmadığını söylüyor.

Biz kendisine hak ve hukuka sahip çıkmasını söylüyoruz. O, bize idareye yardımcı olmamızı, çocuklarının haklarını aramak için okul önünde bekleyen velileri dağılmaları için ikna etmemizi istiyor. Böyle bir şey yapamayacağımızı, velilere haklarını aramaları hususunda gerekli hukuki yardımda bulunmaya devam edeceğimizi söylüyor ve okuldan ayrılıyoruz.

Aradan çok fazla zaman geçmeden, yerlerini ve makamlarını koruma uğruna bunca haksızlığa alet olmalarına rağmen, hem kaymakamın hem okul müdürünün tayinleri çıkıyor. Tayininden kısa süre sonrada kaymakam emekli oluyor.

Zaten emekliliği gelmiş bir insanın, yerini ve makamını korumak adına, özgürlük alanlarının budanmasına alet olması ne kadar üzüntü verici… Yaranamayıp yinede tayininin çıkarılması ne kadar ibret dolu…

Kim ne yaparsa kendine yapar ve yaptığının karşılığını mutlaka görür.

Yorum gönder