Şubat Hikâyeleri (9) “Tevhide’nin Yaşadıkları”
Yazar: Mustafa Atılgan
Tevhide, “tanıma” kelimesinin bütün unsurlarını içine alacak kadar iyi tanıdığım bir kardeşin kızı idi.
Annesi, 12 Eylül cuntasının yönetimde olduğu günlerde üniversite öğrencisi iken başörtüsü emrine teslim olmuştu. Teslimiyeti ile birlikte baskılarla da tanışmış, önüne hep engeller çıkarılmaya başlanmış, fakültenin hemen karşısında bulunan kışladan takip edildiği ve her an içeri alınabileceği uyarılarına(!) muhatap olmuştu. Engellere rağmen başörtülü olarak mezun olmuştu fakülteden. Ama bu kez diploma için başı açık resim istemişlerdi. “O zaman istemiyorum diplomanızı, sizin olsun.” diyerek okuldan çıkmış ve aradan geçen yirmi yedi yıla rağmen diplomasını almaya gitmemişti.
Babası, yine 12 Eylül günlerinde fakültede okuduğu yıllar, sakallı olduğu için kılıkkıyafet soruşturmalarına uğramış, çocukluğundan itibaren hep önüne “Müslümanca hayat” ideali konulmuş bir insandı.
Anne ve baba 1987 yılında, başörtüsü yasağının kaldırılması için Atatürk Kız Lisesi önünde devam eden açlık grevine destek için oradadırlar. Anne hamiledir. Ve kendi kızları büyüyüp erginlik çağına girene kadar bu yasakların artık olmayacağını ümit etmektedirler. Yanılırlar.
Tevhide’yi, okul çağı geldiğinde, “kötünün iyisi” olduğunu düşünerek, diğer kardeşleriyle birlikte, şimdilerin moda tabiriyle “dindar” insanların kurmuş olduğu bir ilkokula gönderdiler. Tevhide, akıllıydı, zekiydi, çalışkandı. Çok pratik bir kavrayış yeteneği vardı. Bu özellikleri ona fazlasıyla yetiyor, başarılı bir öğrencilik geçiriyordu.
Tevhide’nin ilkokulda olduğu bu yıllarda “şubat” soğukları başlamıştı. Evde, her gün yaşanan baskılar gündeme geliyor, yapılması gerekenler üzerine kafa yoruluyor, direnişlerin öncesi ve sonrası üzerinde değerlendirmeler yapılıyordu. Aile, hep birlikte Kur’ân okuyor, Kur’ân meâli okuyor, nasıl Kur’ân’a uygun bir hayat yaşanır anlamaya çalışıyordu.
Kur’ân okumalarının birsinde, başörtüsünü emreden ayet okunduğunda “Ben neden başımı örtmüyorum o zaman?” diye ailesini sorgulamaya başladığında henüz sekiz yaşında idi. Bu emir, hep kafasını meşgul etmiş ve kendi kendisine ne yapması gerektiğine, ne zaman yapması gerektiğine karar vermişti. Bu kararını iki yıl sonra ailesine açıkladı: Ortaokula başladığında artık ne pahasına olursa olsun başını örtecek ve okula öyle gidecekti. Gerekirse terk edilebilecek olan, başörtüsü değil okuldu.
Aile, Tevhide’nin bütün riskleri göze alarak böyle bir karar vermesinden memnundu. “Bize düşen, kararında sebat için dua etmek ve doğru kararlarında sana destek olmaktır.” dediler evlatlarına.
Hem Tevhide için hem aile için yeni bir imtihan süreci başlamıştı. Okulda başörtülü gitmesine fazla ses çıkarılmayacağını düşünmüşlerdi. “En iyi yatırım insana yapılan yatırımdır!” sloganını kullanan, kurucusu saygıdeğer bir kanaat önderi olan, kız-erkek sınıflarının ayrılması konuşulan, erkek idarecilerin bayan öğretmenlerle toplantı yapıp aynı ortamda bulunmasının İslam’a uygun olup olmadığı tartışılan bir okuldu söz konusu olan. Ama yanıldılar.
Normal bir devlet okulunda yapılacak olanların hepsi ve daha fazlasına muhatap oldu Tevhide. Okula girerken “Yine böyle mi geldin?” azarları, ders sırasında çağırıp saatler süren ikna seansları, “Bugün müfettiş var, derse girme!” uyarıları… Bir gün okulda müfettiş olduğu gerekçesiyle, sabahtan akşam ders bitimine kadar kızlar lavabosunda mahsur bırakıldı. Öğle yemeğini bile, arkadaşlarının getirdiği birkaç dilim ekmekle orada yemek zorunda kaldı. Teneffüslerde sınıftan çıkmasına izin verilmedi, öğle yemeklerinde yemekhaneye inmesine tepki gösterildi, gün oldu inmesine hiç izin verilmedi. Kışın kar yağdığında, herkesin başı sarılıyken bile, dışarıda kartopu oynadığı için azarlandı. Kimseye gözükmemesi istendiği için, servislerden ilk önce inmeli, en son binmeliydi. Olası bir gecikmede suçlama hazırdı: “Senin yüzünden okul kapanacak!”
İlim için yapılacak fedakârlıkları, Allah’ın affedici olduğunu, sadece kendisini düşünmemesi gerektiğini dinledi hep hocalarından. Onlara cevap vermenin bir fayda getirmediğini fark etmişti. Bu konuşmaları sadece dinliyor, dinliyordu. Anlatanlar, Tevhide’nin sessizliği karşısında ikna ettiklerini düşünüyorlardı. Ve şeytani bir beklentiyle soruyorlardı: “Kararın ne?” Tevhide, “Kararımı,Kâlû Belâ’da verdim ve inşallah hiç değişmeyecek!” dediğinde, o koca koca adamlar on bir yaşındaki bir genç kıza karşı yeniden kahraman moduna giriyor ve bağırmaya başlıyorlardı.
“Allah’ın boyası” ne güzeldi. “Müslüman” Allah’ın verdiği isimdi, başörtüsü Müslüman’a Allah’ın boyalarından bir boya idi. Ve bu boya her yerde belli oluyor, imtihan hayatın her aşamasında kendini gösteriyordu. O günlerde belki de okulda yaşadıklarının da stresi ile bir cilt rahatsızlığı için doktora götürmüştü babası Tevhide’yi. Doktor Hanım, Tevhide’nin ilköğretim öğrencisi olduğunu ve başörtüsünden dolayı engellerle karşılaştığını duyduğunda “Ay! Çok erken, çok erken! Bunu kaldırabilecek misin?” demişti. Tevhide, aklından, kendisi de başörtülü olan Doktor Hanım’ın “Allah’ın kimi ne zaman mükellef kılacağını insanlara sormadığını ve O’nun kimseyi kaldıramayacağı ile imtihan etmeyeceğini” bildiği hâlde neden kendisine böyle bir soru sorduğunu geçirdi. Tebessüm etmekle yetindi. Doktor Hanımda muayenesine devam etti.
Yine, “Müfettişler var!” gerekçesiyle okula devam edemediği günlerde idi. Devamsızlığının dolmaması için rapor alınması gerekiyordu. Babası ile beraber gittiler doktora. Doktor Bey, raporun neden gerekli olduğunu öğrenince, “Bu konuya bir çözüm bulamadınız mı daha kızım?” diye sordu. Tevhide, yine aklından “Çözüm bulma mücadelesi tüm Müslümanları ilgilendirmiyor mu? Bu soru acaba bana mı sorulmalı?” diye geçirdi. Kararlığı daha da arttı ve yine sadece tebessüm etmekle yetindi.
Tevhide ve babası, müfettişlerle köşe kapmaca oynamak istemiyorlardı. Okul idaresine o günkü mevzuata göre kendilerinden isteneni yapmalarını söylüyorlar, bunun sonuçlarına hazır olduklarını belirtiyorlar, hatta okul idaresini rahatlatmak için Milli Eğitim’e kendi kendilerini ihbar edebileceklerini ifade ediyorlardı. Ama okul idaresi bunu yapmıyor, müfettişlerle köşe kapmaca oynamaya yönlendiriyordu. Bu oyun sırasında da anlatılanlar ve daha fazlası sıkıntılar veriyorlardı.
Okulda bulunan beş altı kız öğrenci, “Tevhide örterse biz de örteriz.” diyerek bir gün okula başörtülü gelmişlerdi. Bu kez hiçbirini okula almamışlar. Tevhide, “Ben örttüğüm için örtmeyin, Allah emrettiği için örtün.” demişti diğer arkadaşlarına. Ama okul müdürü tarafından, “Bu işin elebaşısı sensin!” suçlamasına muhatap olmuş, hakaret görmüştü. Babasını aramış ve durumu anlatmıştı. Babası, okula gidip kızının üzgün ve gözü yaşlı hâlini görünce ne olduğunu sordu. Çünkü kızını tanıyor, kızının okula almadılar diye ağlamayacağını biliyordu. Tahmininde yanılmamıştı, müdürün kendisine hakaret ettiğini söyledi. Babasının daha fazla sinirlenmesini istemiyor, müdürün neler söylediğini tam anlatmıyordu. Babası bir hışımla okula yürüdü. Müdür odasına girdi. Müdürün odasında müfettiş olduğunu gördü. Dudaklarını ısırarak kendini tuttu, bahardan, çiçeklerden, böceklerden bahsedip çıktı odadan. Tevhide, “Baba, kızgınlıkla kendinin bile doğru bulmayacağın şeyler yapmandan çok korktum.” dedi babasına. Babası çok duygulanıp, Hz.Peygamber’in Hz. Fatıma’ya söylediği gibi “babasının anası” diyerek sarıldı kızına. Ve baba işin peşini bırakmadı, ertesi gün sabah erkenden okuldaydı yine. Geçen zaman biraz sakinleştirmişti ama müdüre gerekenleri söyledi yine de. Diğer öğrenciler bir daha okula başörtülü gelmemişler ama bu davranışları Tevhide’nin imtihanını bir kat daha artırmıştı.
Bu dönemlerde, üniversitede bulunan başörtülü ablaları, okula alınmadıklarından diploma alamayan İmam Hatip öğrencilerine moral olması için bir mezuniyet gecesi düzenlemişlerdi. Bu gecede “en küçük başörtüsü mağduru” olarak Tevhide’yi mikrofona çağırmışlardı. Orada, “başörtüsü mağduru tabirini sevmediğini, başörtüsünün Allah’ın emri olduğunu ve Allah’ın emirlerinin insanları mağdur etmeyeceğini, insanlara sadece izzet ve onur kazandıracağını, mutlaka bir tanım yapılacaksa ‘başörtüsü onurlusu’ tanımını daha uygun bulduğunu” söylemiş, dinleyici ablalarını şaşırtmıştı.
Hemen her gün benzer durumlar yaşana yaşana ilköğretimi bitirmişti. Artık kurtulmuşlardı ondan. İdarecilere ve öğretmenlere nezaket “yakışır”dı. Ama mezuniyet töreninde dahi, okulu bitirmiş ve öğrencileri olmayan Tevhide’yi, diplomasını vermek için sahneye çağırmamayı kendilerine daha “yakışır” buldular.
Şimdilerde SBS denilen sınavın adı o dönemlerde OKS idi. Tevhide, OKS için sınavın yapılacağı okula gitti. Sınav salonuna girene kadar bir engelle karşılaşmadı. Ama sınav başlamadan, sınava başörtülü giremeyeceğini söylediler ve başını açmasını istediler. Açmayacağını söyledi. Hemen bir “ikna odasına” aldılar onu. Sınavın yapıldığı okulun müdür yardımcısı olan bayan, dışarıda başörtülü olduğu hâlde başını açarak görev yapan bir öğretmen, okulun din dersi öğretmeni… İkna ekibi tamamdı. Tevhide’nin geleceğini düşünüyorlardı, hakkını kaybetmemesini istiyorlardı, annebabasının üzüleceğini hesap ediyorlardı, ilim tahsilinin farz olduğunu biliyorlardı… Birisi bitirip birisi başlıyor, konuşma uzayıp gidiyordu. Tabi bu arada sınav başlamış ve diğer öğrenciler soruları çözmekle meşgulken Tevhide, ikna sorununu çözmekle uğraşıyordu. Din dersi öğretmeni babasını tanıyormuş, son bir ümit Tevhide’nin babasını aradı. Babası “Kızım doğrusunu yapar.” cevabını verdi. Tevhide, şeytanca bir ikna çabasından yine Allah’ın izniyle galip çıkmıştı. Babası karşıladı okul çıkışında, “Sen kazandın kızım, inşallah cenneti de kazanacaksın.” diye gözyaşları içinde kucakladı kızını. Kızına en hoşuna giden yemeği ısmarladı
Liselere kayıt zamanı gelmişti. Aile nasıl bir yol izleyeceğini düşünüyordu. O günkü şartlarda Tevhide’nin başörtülü devam edebileceği sadece Anadolu İmamHatip vardı. OKS’ye girebilse oraya gidecekti. Ama girememişti işte. Kayıtların son günü babası Anadolu İmamHatip’e gitti. Boş kalan birkaç kontenjan olduğunu öğrendi ve Tevhide’yi alabileceklerini söylemeleri üzerine kaydını yaptırdı. Yüce Allah, nelere kadirdi; emirlere sadakatte devam edip kendisine doğru bir adım atılınca on adımla karşılık veriyor, OKS’ye girse de gideceği okulu sınava girmeden de nasip ediyordu.
Anadolu İmam Hatip’te ilköğretimde yaşadıklarının birçoğunu yaşamadı. En önemli aşamalardan birisi Milli Güvenlik dersi oldu. Onu da bir şekilde halletti ve mezun oldu.
İmamHatip son sınıfta üniversiteye hazırlanıyordu. Denemelerde çok iyi puanlar alıyordu. Ama sınava başvuru için başı açık resim isteniyor ve resmî başvuru merkezindeki rehber öğretmen webcam ile çekiyordu. Böyle bir başvuru yapamazdı ve yapmadı.
Ama İmamHatip’e girerken yaşadığı sürprizin bir benzerini burada da yaşadı. Nasıl bir yol izleyeceği konusunda araştırmalar yaparken, yurtdışında bulunan bir üniversitenin mütevelli heyetinin Konya’da olduğunu öğrendi. Onlarla görüşüldü. Üniversite sınavına girmemiş olmasına rağmen kendi üniversitelerine devamın mümkün olduğunu söylediler. Okulun ve Tevhide’nin şartları uyum sağlamıştı. Aile, abisiyle birlikte gönderdiler Tevhide’yi yurt dışına.
Tevhide şimdilerde, iki fakülte bitirmiş, iki yabancı dil öğrenmiş olarak, “Türkiye Cumhuriyeti beni sınava çekecek cesareti kendinde bulamadı.” diye espriler yapıyor.
Tevhide’nin kuzeninin kızı yıllar sonra Tevhide’nin yaşadıklarını yaşamaya başlar. Gittiği okulun rehber öğretmeni çağırır kuzeninin kızını ikna için. Kuzen de kızının yanındadır. Rehber öğretmen, “Bakın ben yıllar önce falan okulda idim. Orada bir öğrenci vardı senin gibi. Çok zorlanıyordu. Sanırım ilkokulu bile bitirememiştir.” der. Kuzen, “O söylediğiniz öğrencinin adı Tevhide mi?” diye sorar. Öğretmen, “Nereden tanıyorsun?” der. Kuzen, “Amcamın kızı. Ama sizin okuyamaz dediğiniz o kız iki lise ve iki fakülte bitirdi, iki yabancı dil öğrendi.” der. Öğretmen Hanım hemen viraj alır: “Ta o zamandan belliydi zaten, çok zeki bir kızdı.”
Allah’ım ayaklarını dinde sabit kılsın ve sayılarını artırsın. İnsanın Tevhide gibi bir kızı olması çok büyük bir mutluluk olmalı.
Kim ne yaparsa kendisi için yapar ve yaptığının karşılığını mutlaka görür.
Yorum gönder