Şubat Hikâyeleri (10) “Kesintisiz Eğitim Protestoları (1)”

Şubat Hikâyeleri (10) “Kesintisiz Eğitim Protestoları (1)”

Yazar: Mustafa Atılgan

28 Şubat 1997 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında hükümete dayatılan maddelerin en önemlilerinden birisi, eğitimin kesintisiz olması ve sekiz yıla çıkarılması idi. Bu maddeyi dayatanların anlayışına göre, İmamHatip Liselerinin yükselen başarı trendi endişe verici idi. Elde edilen başarılar ilgi çekiyor, her kesimden insan, çocuğunun İmamHatip Lisesine gitmesini istiyordu. Kesintisiz eğitim ile önce bu okulların orta kısımlarının kapatılması sağlanacak, böylece öğrenci kaynağı kesilmiş olacaktı. Sonraki aşamada, İHL’lerden mezun olan öğrencilerin İlahiyat Fakültelerinden başka yerlere girmelerinin engellenmesi gelecekti.

Hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı Demirel tarafından teamüllere aykırı olarak Mesut Yılmaz’a verilmişti. Kurulan Anasol-M Hükümeti’nin ilk icraatı, kesintisiz eğitim yasa tasarısını TBMM’ye sevk etmek olmuştu.

Bu sevkle birlikte, Türkiye’nin her yerinden, bu yasanın toplumun hassasiyetlerine vereceği zararın endişeleri ile protestolar başlamıştı. İstanbul ve Ankara’da milyonluk mitingler yapılmıştı. Sabah namazlarından sonra dualar ediliyor, cuma namazlarından sonra protesto gösterileri yapılıyordu.

Konya, bu gösterilerin en yoğun yaşandığı yerlerden biriydi. Hacı Veyiszade Camii’nde, pazar günleri sabah namazlarından sonra toplu dualar ediliyor, dağıtılan süt ile sekiz şeklinde özel olarak yaptırılmış simitler yeniliyordu. Yapılan faaliyetin nezihliğini koruması için çok dikkat gerekiyordu. Bir keresinde sabah namazından çıkan gençler slogan atmaya başlamışlardı. Mustafa Akmeşe, polislerden evvel ve “eylem kırıcısı” suçlamasını da göze alarak olaya müdahale etmiş, “Arkadaşlar, pazar günü sabahın bu saatinde kimseyi rahatsız etme hakkımız yok. Ayrıca planlanan faaliyette de slogan yok. Sadece namaz ve dua. Lütfen işi mecrasından çıkarma çabalarına alet olmayın.” diyerek tatsızlığın önüne geçmişti.

Bütün sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri, bir provokasyona meydan vermemek için azami dikkatli davranmak istiyorlardı. Kendiliğinden gelişen kontrolsüz protestolar yerine, meşru zeminlerde mücadele edilsin niyetindeydiler. Aralarında oluşturdukları yedi kişilik tertip heyeti ile bir miting müracaatında bulundular. Dönemin valiliği yasal hakkını kullanıp mitingi bir ay erteledi.

Valiliğin mitingi ertelemesi protestoları durdurmadı, daha da artırdı. Cuma namazı çıkışı özellikle Hacı Veyiszade Camii ile Aziziye Camii’nde yoğunlaşan protestolar oluyordu. Protestolara polis anında müdahale ediyor, çok sert davranıyor, hemen gözaltılara başlıyordu.

Görebildiğimiz protestoculara, gösteriler sırasında bir haksızlığa uğramamaları, haddi aşmamaları ve hukuk dışına çıkmamaları için elimizden gelen uyarıları yapmaya çalışıyorduk. Hatta bu konudaki yasal durumu yerel gazetelerde yazıyor, yerel radyo ve TV’lerde anlatıyorduk: İçeriği suç olan slogan atılmamalıydı, çevreye ve vatandaşlara zarar verilmemeliydi, polislerle takışılmamalıydı, polis, gösterinin kanunsuz olduğunu orada bulunanların tamamının duyabileceği bir ses ile anons ettikten sonra dağılınmalıydı. Yoksa polis zorla dağıtırsa 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırılık o zaman oluşur ve gösteri yapanlar ceza alırdı.

Protestocular anlattıklarımızı dikkate alıyor ve tepkilerini yasal çerçevede ortaya koymaya çalışıyorlardı. Ancak emniyet güçlerinde aynı hassasiyet yoktu. Konjonktürün verdiği kural tanımaz anlayışın yansımalarını gösteriyorlar, gösterinin yasa dışı olduğunu herkesin duyacağı bir sesle anons etmeden, “Dağılın!” uyarısı yapmadan, yakaladıklarını emniyete götürüyorlardı.

Gösteriler ve gözaltılar devam ederken, miting için bir ay erteleme süresi dolmuştu. Mitingi yapmak istediğimizi Valiliğe ilettiğimizde, Emniyet Müdürlüğüne yönlendirdiler. Emniyet müdürü, Refah-Yol Hükümeti zamanında göreve başlamıştı. Kendisine, göreve başladığı zaman ziyarete de gitmiştik. Çok iyi davranmış, bizleri kucaklayarak samimiyet göstermişti.  Hatta Halis Nükte abi nezaketinden dolayı kendisine teşekkür de etmişti. Aynı emniyet müdürüne miting konusunu görüşmeye geldiğimizi iletince bu kez bizimle görüşmedi. Böyle davranırsa koltuğunu koruyacağını mı sandı bilinmez ama koruyamadığını biliyoruz. Bizi müdür yardımcılarından birisine havale etti.

Mustafa Akmeşe’yle beraber müdür yardımcısının yanına gittik. Müdür yardımcısı Mustafa’yı görür görmez “Ne var, ne geldin?” şeklinde nezakete uymayan bir ses tonu ve içeriğiyle konuşmaya başladı. Mustafa, gayet kibar şekilde konuyu izah etmeye çalışırken dinlemedi bile. “Gidin, yeniden müracaat edin, bir daha erteleyelim.” gibi ifadeler kullandı. Sabredemedim, “kendisinin devlet memuru olduğunu, yasanın verdiği hakları kullanmak isteyen insanlara böyle davranamayacağını, avukat olduğumu ve konuyu iyi bildiğimi, kendisinin konuya yaklaşımının yanlış olduğunu…” söyledim. Birden değişti, “Tamam o zaman, beni şikâyet edin, sürdürün beni…” dedi. Devlet memurluğunda “sürgün” paniği ile bir kez daha karşı karşıya idik. Bize oturmamız için yer gösterdi, çay söyledi. Konu ile ilgili tartışmamız devam ederken şube müdürlerinden birisi geldi odaya. Ona “Gel R… Bey, cumaya da gidemedik bugün bu bağırıp çağıranlar yüzünden, günahımız onlara olsun, gel…” dedi. Ben, “O gençlerin ne suçu vardı da aldınız, bir de günah yüklemeye kalkıyorsunuz.” dedim. “Nasıl almayız, devlet büyükleri aleyhine slogan attılar.” dedi. “Doğru söylemiş olamazlar mı?” dedim. Dedim ama müdür yardımcısı sanki aradığını bulmuş gibi, “Sen nasıl böyle konuşursun, bak R… Bey, cumhurbaşkanı aleyhine konuştu, tutanak tutacağım hakkında, imzalar mısın?” diye şube müdürüne sordu. Şube müdürünün cevap vermeden odadan çıkıp gitmesiyle düşündüğünü gerçekleştiremedi. Ama bu olayı sonraki bir tartışmamızda yine kullanmaya kalktı, anlatacağım.

Miting talebi yine Valilik tarafından ertelendi, miting engellendi. Cuma namazı çıkışındaki protestolar bütün engelleme çalışmalarına rağmen on altı hafta aralıksız devam etti. Protestoları resmî kurumlar engelleme çabasındaydı. Hacı Veyiszade Camii’nin bahçesine (2011 yılı içerisinde yapılan yeni çevre düzenlemesi ile kaldırılmış olan) demir parmaklıklar yapılmıştı. Camiden çıkanlar dar alana sıkışacak ve slogan atanların tespiti kolay olacaktı. Dışarıdan halkın protestoya katılması engellenmiş olacak, protestocuların etrafını kuşatmak kolaylaşacak, marjinal kaldıkları izlenimi oluşturulacak, dağılması zor olacak ve bu durum yakalanma ihtimallerini artıracaktı. “Her dönemin adamları” protestoları engelleme çabasındaydılar. Protestoların devamı hâlinde kendilerine dokunma ihtimalinden ürküyorlar, rahatlarının bozulma ihtimalinden tedirgin oluyorlardı. Protestocu gençleri eleştiriyorlar, yasanın çıktığını, yapacak bir şey kalmadığını, gençlerin kendi kendilerine yazık ettiklerini, vazgeçmeleri gerektiğini… dillendiriyorlardı.

O zamanlar öyle konuşan “her dönemin adamlarından” birçokları bugünlerde, o gösterileri organize edenler arasında olduklarını, gösterilere katıldıklarını, “her zaman devletten yana olduğunu” özellikle vurgulayarak kendilerinin de fişlendiğini vs. anlatma çabasındalar. Ne yaparsınız?!

Kim ne yaparsa kendisi için yapar ve yaptığının karşılığını mutlaka görür.

(İkinci bölümde, o günlerde ve sorgularda yaşananları anlatmaya devam edeceğiz inşallah.)

Yorum gönder