Vezir Nizamülmülk’ün Vefatı Üzerine Bir Değerlendirme -I-
Yazar: Fatma Eşe Ülkümen
Alp Arslan ve Melikşah devrinin aynı zamanda Selçuklu tarihinin en önemli veziri Nizamülmülk olup yaptığı ıslahatlarla dikkatleri her daim üzerine çekmiştir[1]. Bu vezir devlet bütçesini en iyi düzenleyen ve mali denetimi en liyakatli yapan kimse idi. Kendisinden önce vezir olan Kündürî gibi katiplik kurumundan yetişmiş ve daha sonra mali işlere meyletmiştir. Sultan Alp Arslan ölümünün[2] ardından onun kız kardeşi olan Gevher Hatun’un parasını, mücevherlerini müsadere ettirmiş ve mal varlığına el koymuştur. Bunun dışında şehirlerin bütçelerini belirlemiş ve askerlere buralardan yıllık maaşlar bağlamıştır. Bu şekilde oluşturduğu sistem ile maaşlar gecikmemekle birlikte vergi toplanmasında herhangi bir arıza söz konusu olmamıştır[3].
Nizamülmülk sosyal ve dini hayatta devlet dini Hanefi olmasına rağmen Şâfiî mezhebine sonuna kadar bağlılık gösteren biriydi. Kendinden önceki vezirlerin tutumları dolayısı ile Selçuklu devletini terk eden alimlerin ülkeye tekrar kazandırılmasını sağlamış, onlara saygı göstermiş ve maaş bağlamıştır[4].
Medrese eğitiminin sistemli bir hale getirilmesini sağlayarak Sünni akideleri sağlam temele oturtmuştur[5]. Aynı zamanda bu doğrultuda insanlar yetiştirmeyi hedeflemiş ve devlete liyakatli, kabiliyetli idareci olabilecek talebeleri seçmeye özen göstermiştir[6]. Özellikle yönetime yeteneği olan birini görürse onu vali tayin eder; ilminden istifade edebileceğini düşündüğü biri varsa da onu önce zengin eder, ardından da zamanını ilimle geçirsin hem yazsın hem de tebliğ etsin diye alimin kaygı çekmeyeceği bir ortamı ona sağlardı. Gerekirse kendi malından vererek ona tahsilat bağlar refahına özen gösterirdi[7]. Nizamülmülk’ün bu konular üzerine bizatihi dikkat etmesinin esas sebebini o dönemin içinde bulunduğu şartlara bağlamaktayız. Özellikle Fatımi destekli Bâtıniler devlet içerisine sızmış hayli aktif konumdaydılar. Halkın ve devletin dini inancında sarsıntılar oluşturarak Sünni yaşantıyı ve dahi İslam itidalini ve inançlarını bozmaya yönelik faaliyetler gütmekteydiler[8].
Melikşah[9] devrine gelindiğinde Nizamülmülk’ün, vezirliğinin daha da yükseldiği görülmektedir. Bunun yanında Melikşah’ın sultan ilan edilmesinde Nizamülmülk’ün büyük bir tesiri olduğu bilinmektedir[10]. Melikşah devrinde bundan önce hiçbir vezirin veya devlet görevlisinin sahip olamadığı çok sayıda yetkiye sahip olmuştur.
Melikşah henüz 18 yaşında iken Sultan ilan edildiği esnada iç karışıklıklar oldukça fazla idi. Saltanatının ilk yıllarını anlaşmazlıkları, taht kavgalarını ve halk arasındaki mezhepsel kavga ve tartışmaları yatıştırmaya çözüm aramakla geçirmiştir. Ardından onu takip eden süreç içerisinde dış politik hamleler yaparak, Memleketin sınırları oldukça genişletmeye başlamış olup Türk illerinin uç kısımlarından Yemen’in uç kısımlarına kadar ilerlemeye başlamıştır. Bunun yanında Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Kafkasya’nın hakimiyetini tam olarak sağladıktan sonra Hicaz bölgesinin fethini tamamlamıştır. Bu süreçte Fatımiler ile öteden beri siyasi ihtilaf ve rekabet mevzularının Selçuklular lehine çözümlendiği de görülmektedir[11].
Böyle zorlukları atlatmalarının ardından, bundan sonraki süreçte Nizamülmülk ve Melikşah arasında adeta baba oğul ilişkisi oluşmuştur. Nizamülmülk, Melikşah devrinde kendini daha rahat ifade edebilme ve potansiyel gücünü ortaya koyabilme fırsatı bularak devlet kurumlarını düzenleme yoluna girişmiş ve başta eğitim olmak üzere onu takiben askeriyeyi daha nizamlı hale getirmiştir[12]. Nitekim hem kendi döneminde hem de sonraki süreçte diğer Türk devletlerine örnek olabilecek sistemleri ile Melikşah’ın yegâne yardımcısı olmuştur[13]. Hatta Melikşah’ın Nizamülmülk’e taht meselesinden ötürü duyduğu minnetten ötürü iktaʽsına Tus şehrini de verdiği[14] bilinmekle birlikte hil’atler ikram ederek “Atabey” unvanını da tevcih etmiştir[15].
Vezir yaptığı düzenlemeler sayesinde Melikşah ile arasındaki bağı ve güveni sürekli kuvvetlendirmiş olup devleti daima ileri taşımaya önem göstermiştir[16]. Hatta öyle ki daha küçük kurumlara varana kadar el atmış buralarda iltimasın önüne geçmiştir. Buna örnek olarak vakıf arazileri verilebilir. Kurum için titiz bir çalışma yürütmüş ve bu konuda haksızlıklar yapılmasının önüne geçmiştir. Ticarî maldan alınan vergiler (mükûs) ile halkın sahip olduğu mallardan alınan örfî vergileri (darâib) kaldırdı. Bunun yanı sıra İslâm geleneklerine uygun biçimde mahkemeler inşa etmiş ve Saray Teşkilatını kurmuştur[17]. Böylece Sultan başta olmak üzere devlet adamlarının, halkın, Ulema ve Ümeranın gönlünü kazanmıştır.
Fakat ilerleyen süreçte bu ilişki bazı kimseler tarafından kıskanılmış ve Nizamülmülk’ün edindiği mevkiden el birliği ile indirilmesi için çalışmalar yapılmaya başlanılmıştır. Bu kişilerin başında Sultan’ın eşi Terken Hatun, arkasından Sarayda katiplikte çalışan ve Sultanın daima yakınlarındabulunanTâcülmülk ve bazı emirler yer almaktaydı. Onların kışkırtması neticesinde bir süre sonra Sultan ile pek sevdiği veziri arasında İsfahan’da mektuplaşmalar yaşanmış ve ikili birbirine karşı nefret ve tehditvârî bir üslup takınmışlardır. Böylece Sultan vezirine küsmüş ve bulunduğu mevkii terk ederek yönünü Bağdat’a çevirmiştir[18].
İsfahan’da yaşanan gerginliğin üzerine Sultan’ın kızı Mahmelek Hatun’un babasına ikinci Bağdat ziyareti sırasında, halife Muktedî Biemrillah’ın kendisinden yüz çevirdiğinden şikâyetçi olmuştur. Melikşah onu teskin etmiş ve beklemesini tavsiye etmiştir. Ancak ipler daha da gerilmiş Halife ile kızı ayrılmıştır ve nihayetinde Mahmelek İsfahan’a babasının yanına dönmüştür. Aradan çok geçmeden de Mahmelek vefat etmiştir. Sultan bunun müsebbibi olarak Halife’yi görmekte olup fırsat bulursa Bağdat’a gidip hesabını sormayı arzu etmekteydi. Bunun yanında Sultan’da Halife’nin artık tahammül edilemeyecek meydan okumalarından usandığından bu kez Bağdat’a ziyaret veya gezmek için değil, hakimiyet kurmak için gitmeye karar verdi. Nitekim Ekim ayında yanında Terken Hatun, Nizamülmülk[19] ve Tâcülmülk[20] ile birlikte yola çıkmışlardır[21].
Sultan ile vezirinin arasındaki gerginlikten sonra Nizamülmülk, Melikşah’ın arkasından gelmiş fakat onun artık hiçbir hükmü kalmamıştı. Vezirine karşı Sultan daima yanında Tâcülmülk’ü de taşıyor, onunla muhatap oluyor ve şahsi işlerinde de ona görev veriyordu. Vezir bu duruma hayli üzülüyor ve fazla ileri gittiği için içten içe pişmanlıklar da duyuyordu[22].
Nizamülmülk şu sıralar devlet işlerinden ve kendi iç sıkıntılarından dolayı halkın içine çok fazla temas edememiştir. Bu süreçte Selçuklular arasında oluşan otorite boşluğu sadece siyasi anlamda olmayıp devletin iç kurumlarında ve halkta da olumsuz birtakım grupların ve Hasan Sabbah önderliğindeki Bâtıniliğin Yezd, Kirman, Huzistan ve Mazenderan’da yayılmasına sebep olmuştur[23]. Ardından Kazvin’e geçer kısa sürede Batiniliği yaydığı Deylem bölgesinde 1090 yılında Alamut kalesini ele geçirerek burayı üs haline getirir. Bunun yanında Fatımilerin, Sabbah öncülüğünde Sünni Selçuklu devletini yıkma çalışmalarına dair faaliyetleri de hızla devam etmekteydi. Vezir onların gücünü önceden fark etmiş ve gerektiğinde kendisine karşı olan insanların Bâtınilerle iş birliği yaparak kendilerine tuzak kuracağını öngörmüş, tedbirler almayı ihmal etmemiştir.
Nizamülmülk, Batıniler ile mücadele edilebilmesi için Nizamiye medreselerini kurdurmuş ve başına en kıdemli insanları geçirerek halkın onlara itibar etmemesi için hocaların ellerinden geleni yapmalarını sağlamıştır. Hatta Askeriyeyi de görevlendirerek onların fiilli yakalanmaları halinde hemen öldürülüp ortadan kaldırılmalarını emretmiştir[24].
Hasan Sabbah fedaileri vesilesi ile ne kadar engellenirse engellensin hızlıca faaliyetlerine devam etmekte olup kendi doktrinlerinin insanlara yayılmasını sağlıyor ve çevresine insan topluyordu. Halkın gözünü korkutarak onlardan haraçlar topluyor ve devlet adamlarını bu uğurda öldürmekten geri durmuyordu. Merkezi Alamut olan kalesinden kendisine karşı gelenleri hançerlerle tehdit ettiriyor veya canına suikastlarla alıyordu. Nitekim Nizamülmülk’te onlarla mücadeleyi adeta bir devlet politikası haline getirmiş ve peşlerine düşmüştür. Başta Alamut olmak üzere irili ufaklı yerleşkelerine sürekli emirler gönderiyor ve kuşatlamalar yaparak oraların alınması için mücadele veriyordu.
Sabbah’ın ve fedailerinin yollarına bu uğurda en çok taş koyan Nizamülmülk idi. Sabbah uzun zamandır onu da gözüne kestirmiş ve ortadan kaldırmak istemekteydi. Ancak fırsatını bulamıyordu çünkü vezir bu konuda çok dikkatli geziyor ve yanından korumalarını eksik etmiyordu. Tâcülmülk, Terken ve bazı devlet adamlarının dışında birde Sabbah gibi sinsi bir düşmanı olan Nizamülmülk’ün, daha önce bahsettiğimiz gibi güçlü olması, onun için bir nevi de gereklilikti. Zayıflık gösterirse veya liyakatli olmazsa, böyle karışık bir devletin sorunları ile mücadele edemezdi. Kurumların her alanına nüfuz edememek yeni bir sorun demekti. Ancak Nizamülmülk zamanla bunu abartmış ve adeta kendisi bir Sultan gibi tavır takınmaya başlamıştır. Nitekim bu husus Bağdat ziyaretleri esnasında halifenin bile gözünden kaçmamıştır.
Nihayet 14 Ekim 1092 tarihinde Sultan ve efradı Nihavend yakınlarında Şahne[25] adlı köye geldiğinde orada ordugâhının ve kendisinin biraz konaklamasını arzu etmiştir. Burada biraz dinlenecek ve ihtiyaçlarını giderip yollarına devam edeceklerdi. Ancak bekledikleri sakinlik ve huzuru burada bulamadılar çünkü; Nizamülmülk, konakladıkları gün orada Bâtıniler tarafından suikasta uğradı ve öldü. Vezirin ölüm sebebi ile ilgili net bir bilgi olmadığı gibi, ölümü ile de çeşitli rivayetler mevcuttur. Bunlardan bazıları şu şekildedir. Hasan Sabbah, Nizamülmülk’ün ilgisini çekip onu tuzağa düşürmek için “Fedailer” adında bir teşkilat kurmuş ve Ebu Tahir er-Râni adında daîyi de bunu başına geçirmiştir. Vezirin buraya (Şahne) gelip bu gruba müdahale edeceğini biliyordu[26]. Burada sûfi kılığına giren Ebu Tahir er-Râni vezire bir arzuhâlinin olduğunu söyleyerek yanına yaklaşmış ve bu esnada kâğıt uzatma bahanesi ile hançeri saplamıştır. Bâtıni gençte hemen yakalanıp oracıkta öldürülmüştür. Genel olarak bu rivayet kabul görmüş olup olay akışları farklı ele alınmıştır[27].
[1] Nizamülmülk’ün bibliyografyası ile ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur. İlk olarak Hicretin 408. (1018) senesinde Tûs şehrine bağlı Râdkân köyünde aristokrat bir ailede (dihkânlar sülalesi) doğmuştur. Dedesi Mahmud b. Sebuktekin’ın adamlarındandı. Hasan b. Ali b. İshak Künyesi Ebu Ali’dir. Bk. İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, çev. Mehmet Keskin, İstanbul 1994, s.5823; Muharrem Kesik, “Büyük Selçuklu Devleti Veziri ve Türk Tarihinin Önemli Devlet Adamlarından Nizâmü’l-Mülk (1018-1092)”, S.8, USAD, İstanbul 2018, s.56; Nizamülmülk, daha çocukluk yıllarında babası iflas edip ailesinin büyük birçoğunu yitirince babası onu alıp bir süt anneye vermiştir. Biraz büyüdükten sonra ilim tahsil etmeye ve Arapça öğrenmeye başlamıştır. Ardından fıkıh ve hadis alanında kendisini geliştirmiş, devlet işleri ile, ilgilenmeye başlamıştır. Horasan şehirlerini dolaştığı esnada Gazne’ye vardı ve orada Çağrı Bey’in Belh’teki işlerini idare eden Ebû Ali b. Şâdân’ın himayesine girerek kendini geliştirmeye ve kanıtlamaya başladı. Nihayet Şâdân’ın ölümü yaklaşmaya başladığında Nizamülmülk’ü Sultan Alparslan’a tavsiye etti. Sultan yönetiminden memnun olduğu Şâdân’ın sözüne itibar ederek, Nizamülmülk’ü yanına aldı ve ona çeşitli görevler vererek izlemeye başladı. Zamanla onun kabiliyetini fark eden sultan, onu kendisine vezir tayin etti. Neticede Alparslan ve Melikşah dönemi vezirlik yaparak 30 yıl kadar Selçuklu devletine hizmet etmiştir. Bk. İbnu’l-Esir, el-Kâmil fıt-Tarih, C.X, çev. Abdülkerim Özaydın, İstanbul 1987, s. 178-179, Enver Behnan Şapolyo, Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara 1972, s.98; Nizamülmülk, Siyasetnâme, çev. Mehmet Taha Ayar, İstanbul 2018, s.7-8-9; Bir diğer rivayet ise şu şekildedir, Nizamülmülk’ün kendisi Belh’te kaldığı esnada oranın hâkimi Emîr Tâcir’in kâtibi idi. Emir her yıl onun malını müsadere eder ve elinden alırdı. Yine bir yıl bu şekilde Emir yine onun hakkını elinden alıp ona sadece bir at ve kamçı verince Nizamülmülk dayanamamış ve iki oğlu Fahrülmülk ile Müeyyedü’l-Mülk’ü saklayıp Alp Arslan’ın babası Çağrı Bey’in yanına kaçtı. Yolda atı durunca Nizâmü’l-Mülk: “Allah’ım! Senden beni kurtaracak bir at niyaz ediyorum.” diye dua etti. Ardından onun karşısına bir Türkmen çıktı ve atını Nizamülmülk ile değiştirip kendisini unutmamasını tembihledi. Nizâmü’l-Mülk daha sonra Merv’e gitti ve Çağrı Bey’in huzuruna girdi. Çağrı Bey onu görünce elinden tutup oğlu Alp Arslan’a teslim etti ve ona “Bu Hasan-ı Tûsî’dir. Onu teslim al ve bir baba kabul et; sakın muhalefet etme.” dedi. Böylece atabey olarak siyaset hayatının ilk adımını atmış oldu. İbnu’l-Esir, el-Kâmil, s. 179; Kesik, a.g.e., s.56-57. Ona Nizamülmülk lakabını El-Kaim bi Emrillâh vermiştir. Şapolyo, a.g.e., s.98.
[2] Alparslan, Harzemli Yusuf adında biri tarafından suikastla öldürülmüş (1072) ve arkasında yedi çocuk (Aslan Argun, Borübars, Tutuş, Tökiş, Toğan, Arhun, Melikşah) bırakmıştır. Bk., Şapolyo, a.g.e., s.92.
[3] Aydın Usta, Doğunun ve Batının Hakimleri Selçuklular, İstanbul 2019², s.95-96; Türkoğlu, a.g.t., s.57.
[4] İmam Gazali Bağdat’ta müderrislik yapmaya başlamış olup Ömer Hayyam’ı, Ebu’l-Muzaffer-ül-Esferariyi, Meynun Vasatı’yı, Mehmet Hazeriyi toplayıp himayesine aldırmış ve bunlara bir güneş takvimi yaptırmıştır (Celâlî Takvimi). Bk. Şapolyo, a.g.e., s.94.
[5]Cihan Piyadeoğlu, “Nizâmiye Medreselerinin Kuruluşu ve Önemi”, USAD, S.8, Konya 2018, s.127; Bunun için Acem ve Arap Irak’ının diğer memleketlerinde ve Horasanda Nizâmiyye medreselerini inşa ettirdi ve Bağdad’daki Nizâmiyye medresesinin inşasını Ebu Sa’d el-Süfi vasıtasıyla 468 yılında tamamlanmasını sağladı. Bu medresede imam Ebu İshak el-Şîrâzî, Ebu Nasır bin Sabbâg, Kemaleddin Ebu’r-Rıza Fadlullah gibi dönemin önemli müderrisleri dersler vermişlerdir. El-Hüseyni, Ahbar üd-Devlet, s.47.
[6] “Bil ki, el nasıl parmaklarla el olursa, hükümdarlar da seçip yetiştirdikleri sayesinde hükümdar olurlar; hükümdarın veziri gözü, müstevfisi kulağı, kâtibi dili, hâcibi huyu, elçisi aklı, nedimi eşi, benzeridir”. Ravendi, a.g.e., s.126.
[7] Bundârî, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, çev. Kıvameddin Burslan, Ankara 19992, s.58.
[8] Detaylı bilgi için, Ayşe Atıcı, Dağın Efendisi Hasan Sabbah ve Alamut, İstanbul 2014, s.15-59.
[9] Sultan Melikşah’ın tam künyesi “Sultan Mu’izz ed-Dünyâ ve’d-Din Melikşah Bin Muhammed Kasım Emir El-Müminin”dir. H. 445 senesinde doğmuş olup saltanat süresi 20 yıldır. Ravendi, Rahâtü’s-Sudûr, s.122; Daha küçük yaşlarda iken babası ona karşı her zaman daha imtiyazlı davranmış adeta onu yetiştirmiştir. Nitekim daha çocuk yaşta iken (9) onu Gürcistan seferine çıkararak savaş meydanlarına sokmuş ve o havayı solumasını sağlamıştır. Yine Bizans kuvvetleri ile karşı karşıya geldikleri bir esnada muhasara edilen bir kalenin (Sürmari/Sürmeli çukuru kalesi) alınımına bizzat iştirak etmiştir. Tüm bunlar olurken Melikşah’ın yanında onunla ilgilenen Nizamülmülk olmuştur. El-Hüseyni, Ahbar üd-Devlet, s.24; Nitekim dedesi Selçuk’un mezarını ziyaret maksadıyla gittiği Cend şehrinden dönerken uğradığı Radgan’da 458’de (1066) düzenlediği törende Melikşah’ı veliaht ilan etmiştir. İslam dünyasında eskiden beri sürdürülen geleneğe uygun biçimde Abbasi Halifesi El-Kaim Biemrillah da veziri Amidüddevle İbn Cehr ile hilatler gönderip Melikşah’ın veliahtlığını tasdik etmiştir. İbnu’l-Esir, el-Kâmil, s.70-71; Kafesoğlu, a.g.e., s.3; Onun veliaht edilmesinin esas sebeplerinden biri de muhtemeldir ki annesinin Karahanlı prensesi olmasından kaynaklanmaktadır. Bk., Abdülkerim Özaydın, “Melikşah” mad., DİA, C.29, Ankara 2004, s.54.
[10] Alparslan’ın vefat haberi geldiğinde Nizamülmülk askerlerin maaşlarına 700.000 dinar ekletmiştir. Bunun sebebinin askerlerin de desteğini almak olduğu aşikardır. Ardından Merv şehrine doğru yürümüş ve orada Alparslan defnedilmiştir. Sonrasında ölüm haberi Bağdat’a ulaşınca “halk onun için yas tuttu. Çarsı ve pazarlardaki işyerleri kapandı. Halife de üzüldüğünü belirtti. Sultan Alparslan’ın kızı ve halifenin zevcesi, elbiselerini çıkararak toprak üzerine oturdu. Melikşah’ın mektubu halifeye ulaştı. Mektubunda babasının ölümü sebebiyle üzüldüğünü belirtiyordu. Irak’ta ve diğer yerlerde kendisi adına hutbe okutulmasını istedi”. Nizamülmülk’ün de yardımıyla bu esnada veliahtlık konusunda bi sıkıntı yaşanmadı ve Melikşah orada Halife’nin de onayını alarak sultan ilan edildi. Ardından Nizamülmülk Sultan Melikşah tarafından pek çok kıymetli armağana vasıl oldu. Bunun yanında sultan ona “Atabekü’l-Cüyûş” lakabını vermiştir. Bk. İbn Kesir, el-Bidâye, s.5768; Kafesoğlu, a.g.e., s.10.
[11]Türkoğlu, a.g.t., s.105-106.
[12] Askerî İktâ Sistemi ilk defa 1073 yılında uygulanmış olup daha sonra 1087 yılında ülkenin her tarafına yayılmıştır. Tarım topraklarını iktâ’ bölgelerine ayırarak, gelirlerini askerlere tahsis etmesi ülkenin refah düzeyini arttırmıştır. Kesik, a.g.e., s.65-66.
[13] Nizamülmülk, teşkilat sahasında Sâmânî ve Gazneli örneğine uygun şekilde Selçuklu imparatorluğunun saray teşkilatını ve büyük divanını kurmuş, yani vezaret, istifa (maliye), arz (milli müdafaa), eşraf (teftiş), tuğra (hariciye) divanlarını (nezaretlerini) ve İslam ananelerine dayanan mahkemeleri vücuda getirmiş, ayrıca meliklerin emirlerindeki eyaletlerde küçük divanlar tesis etmiş ve bu idari teşkilat bütün Türk-İslam devletlerinde, ufak-tefek değişikliklerle devam etmiştir. Bunun yanında iktâ sistemini de düzenlemiştir. Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.13.
[14] Kesik, gös. yer.
[15] Kafesoğlu, a.g.e., s.16.
[16] Aralarındaki bu bağa bir örnek olarak şu hadise verilebilir; köy yerlerindeki askerler halkın mallarına el uzatmışlardı ve askerler: “Sultan’ın bize mal vermesine Nizamülmülk mâni oluyor.” Dediler. Ancak işin aslı farklı olup halk, asker tarafından eziyet görüyordu bunu da ört pas etmek için Vezirin aleyhine söylenti çıkarıyorlardı. Nizamülmülk olanları Sultana anlatıp bu olayların şehirleri de aciz kıldığından bahsedince Sultan ona “Sen nasıl uygun görürsen öyle yap”. Dedi. Nizamülmülk ise kendisinin emri olmadan hiçbir şey yapamayacağını ifade etti. Bunun üzerine Sultan “Büyük küçük bütün devlet işlerini sana havâle ettim, sen babasın.” dedi ve kendisini destekleyeceğine and içti. Bk. İbnu’l-Esir, el -Kâmil, s.83; bu olay üzerine aynı zamanda Sultan vezirine ihsanda bulunmuş ve ikta’larını arttırıp, bin kırat altın bulunan bir divit (hokka) ile yine bin kırat altınla süslenmiş değerli bir boncuk, 100 parça değerli kumaş ve 20 bin altın vermiştir. Abdurrahman İbn Cevzî, el -Muntazam fi Tarihi’l-Ümem’de Selçuklular, terc. Ali Sevim, Ankara 2014, s. 113.
[17] Kesik, a.g.e., s.66.
[18] Mektuplaşmalar ve detaylar için bk.; Mirhand, Ravzatü’s-Safâ, s.127/149; el-Hüseyni, Ahbar üd-Devlet, s.47; Bundârî, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, s.63; Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.10; İbn Cevzî, el-Muntazam, s.162; Hândmîr, Düstûrü’l-Vüzerâ, s. 165;Muhammed b. Ali b. Muhammed Şebânkâreyî, Mecmau’l Ensâb, C.II, Tahran 1984, s. 105; el-Hüseyni, Ahbar üd-Devlet, s.47; İbn Cevzî, el-Muntazam, s.163.
[19] Özaydın, a.g.e., s.8; Bir diğer rivayet ise, Vezir küstahlaşınca Sultan hiçbir şey söylemeden yanından ayrılıp Bağdat’a yol almıştır. Ancak ayıp ettiğini anlayan Vezirde Sultan’ın arkasından gönlünü almak için gitmiştir.
[20] Bir rivayete göre vezirinin hadsizliğini gören Melikşah daha Bağdat’ta iken Tâcülmülk’ün vezir ilan ettiğini ve böylece Selçuklu devletinin bu süreçten sonra artık iki veziri olduğu ifade edilmiştir. Şebânkâreyî, Mecmau’l Ensâb, s. 105; fakat diğer kaynaklarla karşılaşma yapıldığında sadece bu bilginin Şebânkâreyî’de geçiyor olması sıhhati konusunun zayıf olduğunu göstermektedir.
[21] Bu konuda farklı bir rivayet daha vardır. Terken’in oğlu Mahmud’u veliaht ilan etmesi ile alakalı Halife’nin birtakım istekleri vardı. Bu Bağdat yolculuğunun esas sebebi buydu diyenlerde olmuştur. İbn Cevzî, el-Muntazam, s. 153; ancak olayların ilerleyişine bakarsak bu rivayetin doğru olmadığı anlaşılır çünkü Sultan Bağdat’a vardığında Halife ile tamamıyla gerilecektir.
[22] Vezirin Nişâbur’da oturan Hâkim Mavsili adlı bir müneccim arkadaşı olduğu ve Nizamü’l-Mülk’ün ona itibar edip sözlerine çok inandığı anlatılır. Vezire çok az ömrü kaldığını söyleyince ömrünün nihayete erdiğini düşünerek vasiyetnamesini yazmış, vakıflarına ait sicilleri düzenlemiş ve kölelerini de azâd etmiştir. Akkuş, a.g.m., s.182; hatta öyle ki Nizamülmülk Bağdat’a gitmek için çıktığı esnada Sultan’ın beğenmiş olduğu Siyasetnamesi’ne yine eklemeler yapmış ancak bunu sunamamıştır. Nitekim bu yüzden dönünce vermeyi hedefleyerek saray kitapları yazıcısı Muhammed b. Nasıh’a emanet etmiş ve kendisine herhangi bir şey olduğu takdirde bu metinleri Melikşah’ın şahsına vermesini tembih etmiştir. Ne var ki kendi eliyle vermek nasip olmamış olup Sultan da onları hiçbir zaman okuyamamıştır. Nizamülmülk, Siyasetnâme, s.11; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyet, Ankara 1965, s.159.
[23] Nizamülmülk ile Hasan Sabbah’ın aralarında geçmişe dayanan bir dostluktan bahsedilip küçükken aynı okulda okudukları vs. ifade edilir ancak bunlar asılsız olup Nizamülmülk, Sabbah’tan hayli büyüktür. Yalnızca şu olabilir; aynı kurumda -divan- çalışmış olabilirler. Nitekim öyle olduğunu söyleyen kaynaklarda mevcuttur. Sarayda olmasına rağmen zamanla Sabbah’ın Bâtıniliğe meyletmesi ve Nizamülmülk arkasından işler çevirmesi ile araları bozulmuş ve azılı düşmanlar haline gelmişlerdir.
[24] Şapolyo, a.g.e., s.99; Akkuş, a.g.m., s. 170; Melikşah dönemi Selçukluların gücünün zirvesi olmasına rağmen Batıniler Sâve bölgesinde gizlice toplantı yapmış ve artık halka daha yakın durup onları korku ile bastıracakları konusunda anlaşmışlar. Bu onların ilk resmi toplantısı olmuştur. Nitekim ertesi gün Sâve’de namaz vakti oturan bir müezzin Batıniler tarafından gündüz vakti öldürülmüştür. Bu batınilerin halk arasında dökmüş olduğu ilk kandır. Ardından Nizamülmülk bu işin müsebbibinin bulunmasını emredince altından Tahir adlı batıni bir marangoz çıkmıştır. Onu âleme ibret olsun diye cezalandırmıştır. İbnü’l Esir, el-Kâmil, s.258; Hasan Sabbah artık sadece kendisine karşı çıkıyor diye değil o Batıninin de intikamını almak için Nizamülmülk’ün öldürülmesi gerektiğini düşünmekteydi.
[25] Daha önce bu köyde Hz. Ömer döneminde de bir grup sahabe öldürülmüştü. Bunun üzerine Nizamülmülk köye ulaşınca; “Bunların (şehitlerin) yanında olan kişiye ne mutlu” demiştir. İbn Kesir, el-Bidâye, s.5825; Ahmet bin Mahmud, Selçuk-name, s.16.
[26] Alâeddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihan Guşa, çev. Mürsel Öztürk, Ankara 2013, s.554.
[27] İbn Cevzî, El-Muntazam, s. 162; bu olayın akışıyla ilgili farkı rivayetler vardır, “İftardan sonra tahtırevan ile görev yerine gitmekte olan vezirin önüne geçip hançeri onun sırtına saplamıştır. Onların ilk şehit ettiği vezir Nizamülmülk’tür.” Bk. Cüveynî, Tarih-i Cihan Guşa, s.554; Onun bu şekilde hizmetli ve mahfe ile gelmesi kibrinden değil ayağındaki nikris (ayak parmaklarında, mafsallarda ve topuklarda meydana gelen ağrılı hastalık) hastalığından dolayı olduğu da ifade edilir. Ahmet bin Mahmud, Selçuk-name, s.16; “Birbirleri ile münakaşa eden iki kişi maruzatını beyan için vezirin karşısına çıkmak istemişlerdir. Fakat vezir hamamdadır. Nihayet hamamdan çıkıp da sofrada yemek yediği esnada zulme uğramış olan adamı vezirin yanına aldılar. Kişi vezire halini beyan etmek bahanesi ile yaklaştığı bir anda koluna saklamış olduğu hançeri çıkartıp ona vurdu. Adam tam kaçacak iken ayağına yerden çadırın ipleri dolandı ve düştü. Böylelikle oda yakalanarak öldürüldü”. Bk. el-Hüseyni, Ahbar üd-Devlet, s.45; Hândmîr, Düstûrü’l-Vüzerâ, s. 165; bir başka rivayet ise İbn Munkiz’dan olup Nizamülmülk’ün Bağdat’ta öldürüldüğünü ve buradaki evine götürüldüğünü ifade etmiştir. İbn Adîm, Buğyetü’t-Taleb, s.58; ki, bu doğru değildir. Doğrusu, Nizamülmülk’ün Irak’tan gelirken Nihavend yakınlarında öldürülmüş olmasıdır. Bunun yanında öldürülmeden bir gün akşam Nizamülmülk’ün yanına bir adam geldi ve “Peygamberi bu gece rüyamda gördüm. Sen bir mahfenin içindeymişsin. Geldi seni alıp gitti ve gözümden yok oldun.” dedi. Nizâmü’l-Mülk, “Peygamberin gelip beni alması benim dileğimdir.” dedi ve memnun oldu. Ahmet bin Mahmud, Selçuk-name, s.16.
Yorum gönder