Kulak ve Hak
Yazar: Mustafa Eser
Kulak ile hak ikame edilir mi? Hakkın ikamesi için kulağın kabiliyeti olan dinleme ne işe yarar?
Modern insanın dertlerinden biri de bir işe layıkıyla dikkat kesilememesidir. Odaklanamama pek çok insanın başına bela. Aynı anda birçok şeyi düşünmekle övünenleri görürüz. Ama bu bir marifet değil, beynin doğal çalışma şeklidir. Dâhilerin kabiliyetlerinden biri, bir meseleye, geriye kalan her şeyi unutacak kadar odaklanabilmeleridir. Dünya tarihinin en önemli mucitlerinin, evlerinin adresini unutmaları gibi pek çok hikâye kulağınıza çalınmıştır.
Odaklanmanın şifaya dönüştüğü yer, insanın insana odaklanmasıdır. Bu, bazen kendisi bazen ise muhatabı olur. Fakat mesele insandır. En çok özeni hak eden varlık belki de. Ömrün uğruna adandığı… Ama ilginçtir, kolayca da vazgeçilebilen. Sual de cevap da insandır. Kişinin kendisi ya da muhatabı. Zaten “insan”a gerekli özeni gösteren kişi, bu “insan”ın kim ya da ne olduğuna bakmayacak bir olgunlukta olacaktır.
Kevniyatta her şey kendi şarkısını terennüm etmekte. Biteviye. Kulak verenler ne çok ezgiye şahit olacaklar ve ruhlarını tezyin edeceklerdir. Gayrıları ise bilesef, bir gaflet sağırlığıyla kalacaklardır orta yerde.
Yeryüzündeki zulümâtın ana sebebi; kulak verilmesi gereken seslere kulak vermemektir, deme cesaretini gösterebilirim. Ses varsa anlam vardır, diyerek cesaretimin sınırlarını zorlayabilirim. Zira ne ki var, onun bir amacı vardır. Neyin amacı varsa, onun anlamı vardır. Anlam ise, ancak talip olanların heybelerinde taşıyabilecekleri kutlu, aynı zamanda sancılı bir yüktür.
İnanç sistemimizin yapı taşı olarak kabul edilen üç temel değerden bahsedilir: Tevhit, Adalet, Meâd (Ahiret)
Tevhit, dikey düzlemde İnsan – Tanrı ilişkisinin “hak” halidir. Adalet, İnsan – âlem ilişkisinin “hak” halidir. Meâd ise bu “hakkın” noksansız sahibine iade edileceği zaman ve mekândır.
Hak nedir? Değilleme usulü ile önce ağyarını men edelim ve hak; zulüm olmayandır, diyelim. Zulüm, yerinden etmekse hak en kaba özetle yerindelik halidir. Her şeyin yerli yerinde olduğu durum hakikattir. Bu, şu koca dünyada insanın olmadığı yerlerde böyle iken; maalesef insan elinin dokunduğu yerlerde ise böyle değildir. Tevhit, adalet ve ahiret saç ayaklarının ortak paydası “hak”tır. Hak, ancak taalluk ettiği her şeyin yerli yerinde olması ile mümkün olabilecekse o halde özensizlik hakkın önündeki en acımasız engeldir. Modern insanın önüne koyduğu hiçbir şeye gerekli özeni gösteremediğinden haksız dolayısıyla hakikatsiz bir dönemden geçiyoruz. Modern çağ, oyuncaklarıyla insanın ilgisini ve enerjisini dolayısıyla özenini emmekte ve onu tam da amacına uygun edilgen bir tüketiciye dönüştürmektedir.
Bu üç itikat gerçekliğinin, hakkıyla kulak verme ile olan irtibatını şöylece açmaya çalışalım:
Tevhit; hakikatinin imkânı, İnsan – Tanrı dikey ilişkisinin zirvesi olan kullukla olacaktır. Kulluk, tercihlerden bir tercih olduğunda kıymetlidir. Dayatma varsa tercih yoktur. Tercih yoksa iman yoktur. Belki zahiren bir nizamilik ve özen söz konusu olabilir. Ama kulluk denen halin sıhhati, zahirinden değil, bâtınındananlaşılabilir. İnsan, zorla sevemeyeceği gibi zorla mümin de olamaz. Anlatmaya çalıştığım; düşünce düzeyinde kişinin bütün çareleri tüketip artık tek çıkış noktası olarak kulluğa meylindeki zorundalık değil, bilakis dışarıdan gelen ilkel dayatmadır.
İnsan – âlem ilişkisinde, iradesi ile diğer canlılardan ayrılan insan, teshir sırrını yani kendisi haricindeki bütün varlığın hizmetine sunulduğunu, bir efdaliyet sıralamasından ziyade bir mesuliyet bilinci olarak okuyabilirse adalet imkân zeminine taşınabilecektir. Bütün mevcudatta özne – özne mütalaası ile yola koyulan insan, öğretebilirken öğrenebilecektir. Öğretmenin en temel ilkesi, öğrenme mucizesinden vazgeçmemek olsa gerektir. Tanımlamadan ziyade tanıma azminde olarak, muhatabının varlık göstermesine müsaade etmektir. Öğrenebilmek ise ancak dinlemekle olur. Kulak vermekle. Can kulağıyla dinlemekle. Kulaklarını dört açmakla. Herkesin anlatacağı çok fazla öyküsünün olduğu bu çağda dinleyebilmek ne büyük bir erdem! Onu edilgen olmaya zorlamak yerine kendi faaliyet alanını belirlemesine izin vermek. Yargılamadan, hüküm vermeden, tamamlamadan, tanımlamadan, öğretme derdi çekmeden, incitmeden, özenle dinleyebilmek. Sadece anlayabilmek için dinlemek. Hiç terk edilmeden yapılırsa var olan bütün tahribatın tek çaresi diyebileceğim meziyet.
Hakkın sahibine eksiksiz teslim edileceği zaman ve mekân olan ahirette ise sözü dinleyenlerin, dinlemesi gerekirken dinlemeyenlerin halleri netleşecektir.
Hakkın ikamesi, hakikatin vücuda gelmesi, özenli bir işçilikle söz konusu olabilecektir. Bu kadar çok ses dalgasının içinde, gücümüz yettikçe, yüreğimizin rehberliğinde dinleyebilmek için Efendimiz’e (s.a.v) “Kulak!” lakabı takanların alayına verilen cevapla güç bulabiliriz belki: “İçlerinden bazıları da Peygamberi incitirler: “O, (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır.” derler. De ki: “(O), sizin için hayır kulağıdır. Allah’a inanır, müminlere inanır. Sizden inananlar için de (O), bir rahmettir. Allah’ın Elçisini incitenlere acı bir azap vardır.” (Tevbe – 61)
Her şeyi dinlemek demek, her şeyi anlama çabası çekmek demektir. Anlamak, hak vermek değildir. Birisine “Anlıyorum.” dediğinizde ayrı bir dünyanın, “Sana hak veriyorum.” dediğinizde ise ayrı bir dünyanın kapısını aralamış olursunuz. O halde hercai bir heyecanla, son fikri son duyduğu olan, temelsiz ve özensiz bir duruşla değil; bilakis anlamak için emek harcayan ama her anladığına hak vermek için anlamın demlenmesine imkân tanıyan basiretli bir duruş isabetli olacaktır.
Ve’nnihaye aşk ile buyurun: “O kullar ki, sözün tamamını dinlerler ve en güzeline uyarlar.” (Zümer – 18)
Yorum gönder