Toplum Tasavvurumuz
Yazar: Mustafa Eser
İnsanın sosyal varlık oluşu ve aidiyet duygusunun gücü, çeşitli nitelik ve nicelikteki birliktelikleri mecbur kılmıştır. Toplumun organizasyon kabiliyeti ve uyumu, o toplumdaki insanların aynı amaca mebni olmaları ile mümkün olabilecektir.
İslam düşüncesinde toplum içindeki iş bölümü anlamında bir tasnifat elbette vardır. Bu tasnifatın neticesinde mesuliyet ile orantılı bir şekilde bir hiyerarşi de ortaya çıkabilecektir. Bu, anlaşılabilir bir durumdur. Fakat kastedilen efdaliyet anlamında bir sıralama değildir elbette. Böyle bir sıralama kalplerin özüne vâkıf olmayanlar için mümkün de değildir. Kullar, meşreplerine göre zanda bulunabilirler en fazla. Çünkü Allah katındaki geçer akçe takvadır. “Takva işte buradadır.” deyip göğsünü işaret eden Efendimiz (sav) aynı zamanda Usame’ye yaptığı “Kalbini yardın baktın mı?” taziriyle de hepimize zandan kaçınmayı dikte etmiştir. Zira kalplerin özüne vâkıf olan yalnızca Allah’tır. O hâlde birlikte olduğumuz insanları itikadî anlamda bir yerlere konumlandırma cüretinden sakınmalıyız.
Müslüman bilinç, hep inşa merkezli bir hizmet gayreti çekmelidir. Nasıl daha nitelikli bir toplum olur, sancısı ile mesai yapmalıdır. Talep için eksikliği fark etmek elzemdir. Yarasını bilmeyen neden merhem arasın ki? Davet denilen peygamberî mukaddes çaba da bu eksikliği nezaketle gösterebilmek, daha doğrusu görebilmelerini sağlamak değil midir zaten? Eksikliğini fark eden âdem, tamamlanma arzusuna duçar olacak ve neticede bu onlarda bir yolculuğu mecbur kılacaktır. İşte burada dertli insanlara düşen, bu farkındalık gerçekleşebilsin diye çalışmak olacaktır. Bunun için ünsiyet kabiliyetindeki ince işçilik son derece önemlidir. Bu kabiliyetin kalitesi; sanat, felsefe ve bilim ile artacaktır. Donanımları güçlü, dertli bir toplum değişimi için özenle dikilen tohumların sakisi olacaktır dert sahibi yiğitler.
Toplumsal değişim için birebir ilginin tesiri malumdur. Kişinin ıslahı için toplumun bütün katmanları ile ilgili bir kaygı olması elzemdir. Bunun için de kurumsal yapılar ve ümmet derdi çeken teşekküller kurgulanmalıdır. Toplumun her katmanına söz söyleme ödevi, her katmanla ünsiyetin fıkhını inşaya mecbur kılacaktır. Bu katmanlardaki insanların mizaçları da hesaba katıldığında usul ve yöntemlerdeki farklılıklar için gerçekleştirilmesi gereken işçiliğin boyutları tahmin edilebilecektir. O hâlde ne kadar disiplinli çalışılırsa çalışılsın, mesai inancıyla bu işçiliğin yerine getirilmesi mümkün olmayacaktır. Bunun için ömre sirayet edecek bir adanmışlık şarttır. Hayatı buna göre dizayn etmekten, hayat boyu sürecek bir duruştan bahsediyorum. Bu kişisel gayretle birlikte; çabaları tertip eden, kanalize eden, istihdam eden ve belki de en önemlisi teşvik eden teşekküllerde yer almak, gayretin gayeye ulaşması için ehem hâldedir. Çünkü “Hiçbirimizin aklı hepimizin aklından daha üstün değildir.”
Bir başka önemli nokta; eylem-söylem ahengi, söylemin altının doldurulması, günceli takip ama gündemde boğulmama, geçmişten beslenme ama geçmişte takılmama gibi daha nice sıralanabilecek meziyeti, bahsedilen işten verim elde etmek için işçinin kuşanmasıdır. Zaten bahsedilen ameliye özünde bir kendini tanıma ve kendini gerçekleştirme süreci değil midir?
Gayret, sonuç odaklı değil; sürecin ve anın hakkını vererek, ibnu’l-vakt olabilmek üzere kurgulanmalıdır. Hazzın merkeze alındığı ve hizmet bekleyen bir anlayıştan ziyade hayrın merkeze alındığı ve hizmet etmenin erdem telakki edildiği bir anlayışa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Önce kendi toplumumuza ardından bütün dünya toplumlarına mesuliyet şuuru ile marufun amaç edindiği bir bilinç mayalamak durumundayız. Bunu bir çırpıda söylemek elbette son derece kolaydır. Ömrün bu işe adanması olmaksızın bunun gerçekleşebilmesi mümkün olmayacaktır.
İnsanlara eza veren bir şeyi yoldan kaldırmanın imanın cüzü olduğu itikadının basireti, toplumun ihtiyacı olan cevherin ta kendisidir. O hâlde buyurun bakalım, insanlara ne eza vermektedir? Gördüğümüz şey, işe başlayacağımız yer olacaktır.
Yorum gönder