Medeniyet Denkleminin Temel Unsurları ve Dinin Yeri

Medeniyet Denkleminin Temel Unsurları ve Dinin Yeri

Yazar: İbrahim Ethem Okuyan

Tarih araştırmaları bize medeniyetlerin beşiği olarak Asya ve Kadim Mısır’ı göstermektedir. Süreç içinde ortaya çıkmış büyük medeniyetlerin kaynağı ise İpek Yolu havzalarıdır. Tarihteki ilk yerleşim yerleri, Çin’den Mezopotamya topraklarına uzanan bu havzada ve Nil Deltası’nda ortaya çıkmıştır. Türkistan bölgesindeki bulgular M.Ö. 9 ile 4 bin yıl öncesine kadar gitmekte ve bu bölgede tarım, şehirleşme ve sanatla ilgili çalışmaların olduğunu göstermektedir. Tarım, hayvancılık ve şehir hayatına dayalı ilk medeniyet oluşumlarını kesin olarak tarihlendirmek mümkün olmamakla birlikte son bulgular Şanlıurfa sınırları içerisinde bulunan Göbekli Tepe’nin M.Ö. 10.000 yılına tarihlendirilmesiyle ilk medeniyetlerin Asya-Mezopotamya havzası olduğunu kanıtlar niteliktedir. (“İpek Yolu” mad., Nebi Bozkurt, DİA )

Tarımla başlayan büyük dönüşüm; ticaret, göç ve şehirleşmeyle birlikte ivme kazanmış, ardından büyük devletler ve imparatorluklar tarih sahnesine çıkmıştır. İpek Yolu üzerinden seyyah, tüccar ve diplomatlar eliyle Asya-Mezopotamya havzasına; mal, teknik, hikâye ve fikirlerin taşınmasıyla kısa sürede gelenek, kültür, sanat ve medeniyet inşasına zemin hazırlanmıştır. Süreç içerisinde ilim merkezleri, kütüphaneler, hastaneler, rasathaneler, tercüme merkezleri, sanat ve zanaat kurumları inşa edilmiş, kültürel zenginlik ve çeşitliliğin ortaya çıkması sağlanmıştır. Hinduizm, Budizm, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi dinler de bu coğrafyada ortaya çıkmış ve hızla yayılarak yeni dinî ve kültürel formlar üretmiştir.

Medeniyet, her şeyden önce varlığa ilişkin bir zihnî ve estetik tutumu ifade etmektedir. Tarım, ticaret, şehir ve sanat gibi unsurlar belli bir varlık tasarımının ortaya çıkmasıdır. İnsanların ortaya çıkardıkları eserler, onların belli bir zaman ve mekânda yaşadıklarını ortaya koyar ve içinde yaşadıkları şartların sunduğu imkânlarla yakından irtibatlıdır. Fakat toplumların bu şartlara nasıl yaklaştığı basit yasalarla izah edilemez. Nitelikli insan olabilmek, irade gösterebilmekle mümkündür. Akıl ve hür iradenin tarihteki önemi bu alanda gizlidir. Çünkü medeniyet, akıl ve irade melekesini kullanabilen insanların kurdukları ilişki ile ortaya çıkar. Bu ilişkideki temel yapı taşları olan seviye ve biçim, medenî olmak ve medeniyet kurmanın zeminini oluşturacaktır. Medeniyeti ayakta tutacak en önemli unsur hiç şüphesiz medenî olabilmektir. Medenîlik ise birey ve toplumların maddi imkânların yanında mananın da önemli bir yere sahip olmasıyla mümkündür.

Medeniyet denklemini yapısal olarak ayakta tutan bazı unsurlar veya bileşenler vardır. Bu unsurlar ya da bileşenler, medeniyeti ayakta tuttuğu gibi eksiklikleri de medeniyetin akıbeti hususunda sıkıntı oluşturacaklardır. Malik Bin Nebi’ye göre, “Medeniyet = İnsan + Toprak + Zaman” medeniyet eyleminin en temel unsurlarıdır. “Medeniyet = İnsan + Toprak + Zaman, medeniyet probleminin üç ana problem hâlinde analiz edilebileceğini göstermektedir: İnsan problemi, toprak problemi ve zaman problemi. Bu yüzden medeniyet probleminin veya medeniyet sorununun çözümü, ürünlerini toplama ya da depolama yoluyla değil, üç problemini kökten çözme yoluyla gerçekleştirebilir.” (Şurûtu’n-Nahda) Nitekim medeniyeti üç unsur üretir: İnsan, toprak (madde) ve zaman. İnsan, üreten ve dönüştüren özne iken; ana kaynağı maddedir. Ürünü ortaya koymakiçin ise zamana yani gerekli süreye ihtiyacı vardır. Yani insanın ortaya koyabildiği her şeyde bu üç unsur, insan + toprak + zaman zorunluluktur. Bu yüzden medeniyetlerin analizinde ortaya “Medeniyetin tüm ürünleri = Sürece katılan tüm insanlar + her türlü toprak + tüm yönetilen süreler” (Malik Bin Nebi’de Medeniyet, Bedran Bin Lahsen) denklemi çıkacaktır. Bu denklem medenileşme süreci içerisinde olan her toplumun temelini oluşturmaktadır.

Toplumların yeni bir medeniyet inşasında çıkış noktası olarak bulacakları ve temel kaynak olarak benimsemeleri gereken bu üç unsur, ortaya çıkacak olan medeniyetin, zenginliği ile tarih sahnesinde yer almasını sağlayacaktır. Böylece bu medeniyet tarih sahnesindeki ilk adımlarından itibaren birçok ürüne ve düşünceye sahip olacaktır. Çünkü bu üç unsur, Allah’ın sosyal zenginlik olarak insanlara verdiği özgün değerlerdir. Bu özgün değerler, halkın kendi kaderlerinin anahtarlarını ellerinde tutmaların sağlar. Tabi bu noktada medeniyet denklemine “medeniyetin katalizörü” rolünü üstlenen din unsurunu da dâhil etmek gerekir.

Şüphesiz ki her türlü medenileşme sürecinin merkezî gücü olan “insan”,  medeniyetin yapısal unsurları içerisinde temel unsurdur. İnsan olmaksızın diğer iki bileşenin hiçbir değeri yoktur. İnsan, bir nevi kalkınma ve ilerlemenin ardındaki itici güçtür ki medeniyetlerin temel şartıdır. Medeniyet de sürekli olarak insani şartları belirler. Öyleyse insan, medeniyeti inşa eden ve aynı zamanda medeniyetin ürünü olan karmaşık bir varlıktır.

Medeniyetin yapısal unsurları içerisinde temel unsur olarak saydığımız insanın, dinamik bir etkileşime girdiği, motive edici ve ortam sağlayıcı bir katalizör görevi üstlenen din, üç temel unsur dışında başka bir unsur olarak sayılabilir.

Dinî düşünce, tarihte medeniyet inşa etme sürecine daima iştirak etmiştir. Din, medeniyeti formüle etmek için dinamik bir etkileşime girecek olan unsurları harmanlama ve sentezleme görevi görmektedir. Bu anlamda din, tarihsel analizin kanıtladığı üzere; medeniyetlerin inşasına eşlik eden, oluşuma yol açan, şekillendiren ve hızlandıran bir etkiye sahip olmuştur. Bir nevi din, unsurlar arası etkileşimi kolaylaştıran ve ateşleyen uyarıcı bir güçtür.

Tarih, temel unsurların dinî düşünceler ışığında formüle etmek üzere sentezlenmesi deneyini kanıtlayan bir laboratuvardır. Malik Bin Nebi, medeniyetler tarihini incelediğimizde göreceklerimizi şöyle özetler: “Tüm medeniyetlerin kökleri dini düşünce ve inanışlardadır. Tarih bize Budist medeniyetin köklerinin Budizm’de, İslam medeniyetinin köklerinin İslam’da ve Batı medeniyetinin köklerinin Hristiyanlık’da olduğunu anlatmaktadır.” (Teemmülat) Tarihsel süreçte diğer üç unsurun dinî düşünce olmaksızın örgütlenemeyeceğini ve medenileştirici sürece yöneltilemeyeceği görülecektir. Ayrıca bu üç unsur, soyutlayarak değil, uyumlu bir şekilde işlev görecektir. Bu yüzden bu uyumlu sentez için din bir katalizördür.

Din, sadece kutsal bir kaynak olması ile değil, aynı zamanda destekleyici sosyal rolüyle de büyük öneme sahiptir. İnsanın enerjisinin ve kapasitesinin destekleyicisidir. Çünkü din, birey ve toplum ile yaratıcı arasında manevi bir bağ görevi görürken, diğer yandan toplum içinde ilişki ağını da düzenleyici rolünü üstlenmektedir.

Tarihte istisnası olmayacak şekilde, tüm medeniyetler dini bir düşünceden beslenerek filizlenmiştir. Malik Bin Nebi bu hususta şunları beyan eder: “Tarihte ne kadar geriye gidersek gidelim, gerek medeniyetin en güzel dönemlerinde gerek insanın sosyal evriminin en kaba aşamalarında, daima dinî düşüncenin izlerini buluruz. Arkeoloji her zaman kanıtlar arasından, Antik Çağ insanlarının bir kültü tarafından kutsanmış anıtların izlerini gün ışığına çıkarmaktadır. Basit bir lahitten en görkemli mabede kadar mimari, dinî düşünceyle gelişmiş, aynı zamanda yasaları ve hatta insan bilimini içermiştir. Bunun yanı sıra medeniyetler, tıpkı Süleyman’ın mabedi veya Kâbe gibi mabetlerin gölgesinde doğmuştur. İşte medeniyet dünyaya bu mekânlardan yayılarak üniversite ve laboratuvarlarını aydınlatmış ve özellikle de parlamentolardaki siyasal tartışmaları etkilemiştir. Modern devletlerin yasaları, özünde dinlere dayanır. Medeni yasaların ise örneğin, İslam hukukundan çok şey alan Fransa yasalarında olduğu gibi dinî bir özü vardır. İnsanların örf ve âdetleri bir metafiziksel uğraşıyı model alır. Bu durum, ilkel manevi yaşam için dikkatlice inşa edilmiş bir kulübenin bulunduğu en küçük Afrika köyünde bile geçerlidir.” (Kur’an Fenomeni) Bu cümlelerden de anlaşılacağı gibi her medeniyet, toplumu medenileştirme sürecine dinî duygular ile başlar. Din doğal bir şekilde tüm insan dönüşümlerinin mayasında vardır. Medeniyetin temelleri insanları geniş anlamıyla görünmeyene ibadet etmeye yönelten fikre dayanır. Çünkü insan, bakışlarını dünyevi yaşamın ötesine genişletmeden medeniyetin aydınlığını göremez.

Bir sonraki yazımızda medeniyet döngüsünü konu edinmeye çalışacağız.

Yorum gönder