Medeniyet Kavramına Farklı Bakış Açıları
Yazar: İbrahim Ethem Okuyan
Medeniyet üzerine araştırmalar tarih boyunca birçok çalışmaya konu olmuş, tarihçiler, sosyologlar, antropologlar ve filozoflar tarafından her boyutuyla ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Medeniyetlerin kimliği ve dinamiklerine ilişkin geniş uzlaşmaların yanında, çeşitli yaklaşımlara egemen olan bakış açılarında farklılıklar bulunmaktadır. Medeniyete yönelik çeşitli yaklaşımları, tarihsel ve sosyolojik bakış açılarından ele almak mümkündür.
Tarih felsefesi, olaylara rasyonel açıklamalar getirme çabasından doğmuştur. Bir nevi, vakaları düzenleyen yasaların keşfedilme girişimidir. Felsefe, geçmişteki olaylara mantıksal düzen getiren, bugünü aydınlatan ve geleceğe ışık tutan bir anlam arayışıdır. Tarih felsefecileri bir bütün olarak tarih sürecine ilişkin kapsamlı görüşlere ulaşmayı amaçlamaktadırlar. Kendilerini, ayrıntılı veriler temeline dayanarak sentez yapan bilim insanları olarak görmektedirler.
İbn Haldun, dönemindeki ve daha eski dönemlerdeki devletlerin ve hanedanların tarihlerini araştırarak kendi tarih görüşünü geliştirmiştir, devletlerin ve hanedanların doğuş, gelişme ve çöküş biçimlerini anlama çabası, onu ilk olarak bunların -devlet ve hanedanların- fetihler yoluyla büyüdüğü ve sonrasında da lüks yaşamın getirdiği yozlaşmayla yıkıldığı bir kalıpsal döngünün keşfine götürmüştür. Sonraki kuşaklar için yozlaşma yeni fetihlerin yolunu açmakta, böylelikle döngü yeniden başlamaktadır. İkincisi, kendi toplumuna bakarak devletler ve hanedanlar düzeyindeki tarihsel değişim kalıbındaki gibi kendi döngüler teorisini geliştirmiştir.
Oswald Spengler, dünya tarihinde kendi dönemine kadar sekiz yüksek kültürün (medeniyetin) geldiğini savunmaktadır. Bunlar: Hint, Babil, Çin, Mısır, İslam, Meksika, Klasik ve Batı medeniyetleridir. Medeniyetleri ya da kültürleri organik varlıklara benzeterek bu varlıkların belirlenmiş bir sürelerinin olduğunu ve gelişme dışında hiçbir maksatlarının olmadığı görüşünden yola çıkarak diğer medeniyetler ya da kültürler arasında özel dinamikleri sayesinde yüksek kültürler seviyesine ulaştıklarını savunmaktadır.
İngiliz tarihçi J. Arnold Toynbee ise, dünya tarihini medeniyetler silsilesi olarak görmekte ve “Tarihsel araştırmaların ayırt edilebilir birimleri, uluslar ya da dönemler değil, medeniyetlerdir.” (A Study of History) görüşünü öne çıkarmaktadır. Medeniyetlerin değişimlerinin diyalektik ilişki sonucu olduğunu savunan Toynbee, bu teorisini dünya medeniyetlerine uygulayıp, insanlık tarihinde yirmiden fazla medeniyetin doğuş ve çöküşünü belirlemiştir.
Medeniyete yönelik yaklaşımlarda sosyal bilimler modeli, tarih felsefesi modeline göre yeni doğmaktadır. Sosyal bilimler modeli, kendi içinde birbiriyle bağlantılı olan antropoloji ve sosyoloji gibi alt modeller ve yaklaşımlar bulundurmaktadır. Medeniyet araştırmalarına katkılarını görmek için bu bağlamda analiz edilmeleri önemlidir.
Medeniyet ve kültürü ele alan ilk sosyal bilim dalı olan antropolojinin bir disiplin olarak kurulmasına ilk öncülük eden bilgin, İngiliz antropolog Edward Bernett Tylor’dır. (1832-1917) “Kültür ya da medeniyet, geniş etnografik anlamda bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, gelenek ve insanın toplumun üyesi olarak elde ettiği diğer tüm yetenek ve alışkanlıkları içeren karışık bir bütündür.” (Primitive Culture) görüşünü savunan Tylor’a göre etnolojik açıdan kültür ve medeniyet eş anlamlıdır. Diğer kültürlerin deneyimlerinin aktarılması, antropolojinin günümüz düşünce yapısına yaptığı kalıcı katkıyı oluşturmaktadır. Bu hususta Alfred L. Kroeber “Tüm sosyal bilimler içinde antropoloji, belki de kültür bilinci açısından en belirgin bilimdir. Amacı; kültürü her zaman, her yerde ve tüm bölümleri, yönleri ve işleyişleriyle araştırmaktır. Kültürlerin nasıl işlediği, tam olarak insanların verili kültürel şartlar altında nasıl davrandıklarına ilişkin olarak ve kültür tarihinin başlıca gelişimleri hakkında genelleştirilmiş bulgular arar.” (Antropology) savunusuyla, antropolojinin odak noktasının kültür bilinci olduğunu, tüm zamanları ve kültürleri kapsadığını iddia etmiştir.
Tylor’ın anlayışına göre kültür, yazının icat edilmesiyle doğmuş ve tarihten önceki dönemde gelişmiştir. Ancak Kroeber’e göre antropolojinin kapsamı ve ana konusu, hemen hemen tüm zamanları ve kültürleri kapsar. İnsanlık serüveninin kalıntılarını araştıran arkeoloji ve gelişim düzeylerine bakılmaksızın ulusların kültürlerini, yaşam öykülerini inceleyen etnoloji gibi antropolojinin alt bölümlerinin gelişimini de buna bağlamaktadır. Bir başka deyişle, antropolojik gelenekte medeniyet, kültürün en yüksek hâli ya da gelişmiş derecesidir. Bu bağlamda medeniyet en geniş kültürel kimliktir. Bu yüzden genel olarak antropologlar medeniyete kültür perspektifinden yaklaşmışlardır.
Tarihe farklı bakış açılarından yaklaşan sosyologlardan bazıları toplumların kaynaklarını, kurumlarını ve işlevlerini analiz ederken, bazıları ise nüfus faktörüne önem vermişlerdir. Tarihi, toplumların çeşitli güçler arasındaki ilişkiler bağlamında tanımlayan sosyologlar çevrenin, kurumlar ve sosyal örgütler üzerindeki etkileri yanında ekonomik, siyasi ve dinî faktörlerin de güçlü birer aktör olduğunu savunmuşlardır. Sosyolojinin, sosyo-tarihsel araştırmayı ele alan birçok alt dalı bulunmaktadır. Bu alt dallar arasında tarih sosyolojisi, makro-sosyoloji ve değişim sosyolojisi de yer almaktadır.
Tarih sosyolojisinden bahsederken onu ikiye ayırmak mümkündür. “Geçmiş sosyolojisi” olarak adlandırabileceğimiz birinci yaklaşım, sosyolojik kavramlar ve teorileri kullanarak geçmiş belli bir dönemde, belli toplumları araştırır. Günümüz toplumlarına yönelik araştırmalarda olduğu gibi belgelerin, kanıtların büyük bir kısmını oluşturduğu yaklaşımdır. İkinci yaklaşım ise, uzun vadeli “gelişimsel süreçler sosyolojisi”dir. Bu yaklaşım ise belge ve kanıtlar üzerinden modelleme yapmak yerine, bir yandan tarihsel olayların, olguların veya kurumların sosyal yönlerini incelerken, diğer yandan tarihe odaklanan tarih sosyolojisi, medeniyet araştırmalarına sosyolojik bakış açısından katkıda bulunmuştur.
Sosyoloji genel anlamda, toplumu sistematik bir şekilde araştıran bir bilim dalıdır. Sosyologların çalışmalarının çoğu, toplumların farklı unsurlarının, özgün özelliklerinin ve sorunlarının araştırılmasına yöneliktir. Fakat sosyologlar toplumun bizzat kendisine odaklanırlar. Toplumların bu unsurları ve özelliklerine yönelik araştırmalar, mikro-sosyoloji olarak adlandırılırken, toplumların kendilerinin araştırılmasına makro-sosyoloji adı verilmektedir. Makro-sosyoloji geniş sosyal sistemlerle ilişkileri bağlamında bireyleri, aileleri, sınıfları, sosyal sorunları ve toplumun diğer tüm kısımlarını ve özelliklerini analiz etmektedir. Ayrıca bu unsurlara tarihi de dâhil ederler. İnsan yaşamının temel süreçlerini daha iyi anlayabilmek için tarihin geniş bir periyodunu değerlendirirler. Bu bağlamda makro-sosyoloji, analiz birimlerine odaklanmasıyla, geniş ölçekli olayların araştırmalarına katkıda bulunmuştur. Uzun dönem süreçleri, kültürel sistemleri, toplumları ve bir bütün olarak medeniyeti analiz etme yoluyla sosyolojik olarak katkıda bulunurlar.
Sosyal değişim, bireyden topluma kadar insan yaşamının çeşitli düzeylerindeki sosyal olgulardaki değişiklikleri içerisinde barındıran bir kavramdır. Medeniyet düzeyindeki sosyal değişim kültürel, toplumsal, kurumsal ve bireysel düzeylerdeki sosyal değişime benzemektedir. Medeniyet düzeyindeki değişim, hem sosyalliği dolayısıyla hem de uzun bir zaman diliminde gerçekleştiği için sosyo-tarihseldir. Aynı zamanda hem sosyal hem de kültürel olduğu için sosyo-kültüreldir. Medeniyet olgusu toplumu, kültürü ve tarihi dikkate alır. Bu yüzden değişim sosyolojisi içinde birçok yaklaşım gerçekleşmiştir. Ve bu yaklaşımlar medeniyetin araştırılan yönüne göre farklılıklar göstermişlerdir. Ayrıca medeniyet araştırmalarına da çeşitli değişim düzeyleri sınıflandırması yoluyla katkıda bulunmuştur. Boyutsal olarak aile, toplum, kültür, medeniyet, dünya gibi sınıflandırma gerçekleştirirken, dönem olarak tarihsel, uzun ve kısa vadeli gibi sınıflandırmalar yaparak sosyo-tarihsel ve sosyo-kültürel yaklaşımı geliştirmiştir.
* Bir sonraki yazımızda medeniyetlerin ortaya çıkışlarında temel unsurları ve dinin etkisini konu edinmeye çalışacağız.
Yorum gönder