Ramazan’da Dirilmek

Ramazan’da Dirilmek

Yazar: Seyfettin Huca

Ramazan ayına yaklaşıyoruz (ya da Ramazan ayı bize yaklaşıyor). Şimdi, Ramazan ayı hakkında konuşurken veya yazarken bir konuyu zihnimizde, kalbimizde, bilincimizde netleştirmemiz gerek, diye düşünüyorum: Ne yapmak istiyoruz?

Ramazan ayını övmek ve bu ay ile ilgili güzel, etkileyici sözler söylemek/yazmak mı, yoksa bu ayda ne yapmak istediğimizi ne yapabileceğimizi düşünüp, planlayıp bir yol haritası oluşturmak mı?

Haydi, hafızamızı tazeleyelim. Allah bazı mekânlara, bazı zamanlara, bazı insanlara ve bazı ortamlara özel bir değer bağışlamış ve onları değerli kıldığını bize kitabıyla veya elçisinin sözleriyle haber vermiştir.

Kâbe, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ, kılınan namazların daha kıymetli, yapılan duaların daha kabule şayan olduğu mekânlardır.

Ramazan ayı, Zilhicce ayının ilk on günü, Kadir Gecesi ve cuma günü Allah’ın rahmet ve bereketinin her zamankinden fazla umulduğu zamanlardır.

Allah’ın Resulü, en güzel örnek; anne ve baba, cennet kapısı olan insanlardır.

İlim ve zikir meclisleri meleklerin kuşattığı, Allah’ın övgüyle söz ettiği ortamlardır.

Şimdi biz bu mekânları, zamanları, insanları ve ortamları övmekle onlardan umulan hayırları elde edemeyeceğimizi biliyor muyuz? Evet, biliyoruz.

Konuyla ilgili ayet ve hadislerde açıkça belirtilmiştir ki; elde edilmesi umulan, istenilen güzel sonuçlar bizim bunlarla kurduğumuz ilişkiye bağlıdır. Yani iş insanda; “ben”de bitiyor. Diyebilirsiniz ki; “Bunun böyle olduğunu hepimiz zaten biliyoruz.” Doğrudur, arkadaşlar/dostlar elbette çoğumuz bunu biliyoruz. Peki bildiğimiz doğruların aynı zamanda farkında yani bilincinde olduğumuzu da aynı rahatlıkla söyleyebilir misiniz? İnsanın tutum ve davranışlarını yönlendiren asıl unsur bilgiden ziyade bilinçtir.

Esasen, birçoğumuz konuşmalarımız ve yazmalarımızda hitap ettiğimiz kişilere Amerika’yı yeniden keşfettirme çabasında değiliz ama onlara “Gözünüzün önünde duran Amerika’yı niye görmezden geliyorsunuz?” uyarısı yapma derdindeyiz.

Kitaplarımız, sitelerimiz, dergilerimiz Hz. Peygamberi öven yazılarla, şiirlerle dopdolu. Sık sık onun (neredeyse erişilemez ve hatta benzeri olunamaz fikri ve hissi oluşturan bir üslupla) erdemlerini, yüceliklerini ifade eden yazılar okuyor, konuşmalar dinliyoruz. Hâlbuki asıl üzerinde düşünmem ve hatta belki de konuşmam/yazmam gereken, “ben”im onunla kurmam gereken ve ama kurmadığım ilişkiler olmalı değil mi? Öğüt, uyarı ve hatırlatmalar olabildiğince “kişiye özel”e kadar indirilmeli ve somutlaştırılmalı diye düşünüyorum. Ancak o zaman işimize yarayabilir ve bizi (“ben”i) daha iyi olmaya sevk edebilir kanaatindeyim.

Aynı şeyleri Ramazan ayı için de söyleyebilirim. Ramazan ayı bir rahmet iklimidir. Elbette, canı gönülden inanıyorum buna. Şimdi somutlaştırmaya çalışalım bu hüküm cümlesini.

Ne anlıyoruz “rahmet iklimi”nden?

Bu hakikat bende, ailemde, akraba, eş dost ve arkadaşlarımda, şehrimde ve ülkemde nasıl bir karşılık buluyor, nasıl gerçekleşiyor?

Bu hükmün, ya da isterseniz inancın diyelim, yaşanan bir gerçekliğe dönüşmesinde “ben”im katkım ne kadar ve nasıl görülüyor?

Ramazan ayı oruç, Kur’an, infak ve ibadetleri çoğaltma ayıdır. Bunları bize hatırlatan ve bu konuda agâh olmamız için bizi uyaran ayetler ve hadisler var. Resulullah Aleyhisselâm’ın güzide örnekliği var. Bunları okuyor, dinliyor ve önemine de yürekten inanıyorum. Şimdi yine aynı sorular üzerinden yürüyelim.

Oruç, Kur’an, infak ve ibadetleri artırma, bende ve ilgili olduğum, etkili olduğum veya etkilendiğim çevrelerde ne kadar karşılık buluyor, nasıl gerçekleşiyor?

Ramazan ayı bittiğinde “Çok şükür keyifli ve bereketli bir ay geçirdim.” demeye mi, yoksa “Tüh ya, koca ayı boşa geçirdim!” demeye mi adayız/adayım?

Uzun yıllardan beri öğretmenlik yapıyorum. Resmî ve sivil ortamlarda insanlara bir şeyler anlatmaya, öğretmeye gayret ediyorum. Bu süreçte edindiğim önemli tecrübelerden biri de şu: Bir kişinin bir konuda uzun ve güçlü bir çabaya girişip girişmeyeceği, o konuda güçlü ve kararlı bir isteği olup olmamasına bakılarak tahmin edilebilir. Ve yine bir kişinin bir konuda güçlü bir isteği olup olmadığı, o hedefe ulaşmak için gerçekçi ve somut bir plan, bir yol haritası hazırlayıp hazırlamadığına bakılarak anlaşılabilir.

Yani süreç; “güçlü istek—gerçekçi/doğru planlama—kararlı uygulama” yoluyla neticeye ulaşıyor.
Şimdi, benim tavsiyem şu: Önce her birimiz kendi iç dünyamızda ciddi bir nefis muhasebesi yapalım; bakalım, Ramazan ayını ömrümüzün bereketli bir ayı olarak geçirmeyi gerçekten istiyor muyuz/istiyor muyum? Eğer bu hususta iç dünyamızda çok güçlü bir motivasyon bulamıyorsak, bu durumda hemen Ramazan ayının önemi, faziletleri, bize kazandırabileceği büyük hayırlara ilişkin motivasyon yazıları okuyup, etkili konuşmacıların Ramazan’a dair vaazlarını dinleyelim. Kabul ediyorum, her zaman kendi nefislerimizde gereken isteği, yönelişi bulamayabiliriz. İşte bu yüzden, vaazlara, nasihatleşmelere, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiyeleşmeye ihtiyacımız var. Kur’an-ı Kerim ve hadislerdeki cennet ve cehennem anlatımlarının insanların kalplerinde, nefislerinde istek ve korku oluşturma amaçlı olduğunu unutmayalım.

İkinci adım; herkes kendi gerçekliğine en uygun bir planlama yapmalı. Herkesin şartları, imkânları, ihtiyaçları aynı değil. “Ben bu Ramazan ayında neleri gerçekleştirmek istiyorum?”, “Bunlardan hangilerini gerçekten yapabilirim?”, “Yapabileceğimi düşündüğüm şeyleri nasıl yapayım?” sorularının önemli olduğunu düşünüyorum. Mesela; Kur’an hatmi isteğinizi planlayın, derim. Günün hangi saatinde ne kadar okuyacağınızı planlayın ve o saate başka bir iş almayın. Beylerin koşullarıyla hanımlarınki, anne-baba olanlarla gençlerin, çalışan veya okuyanlarla serbest olanların, iyi okuyabilenlerle yavaş okuyanların planlaması farklı olacaktır. Aynı şekilde infak, ziyaret, teravih (hem namaz hem dostlarla buluşma) planlamalarını yapmak bizi amacımıza daha kolay ulaştıracaktır, Allah’ın izniyle.

Geldik en zor aşamaya. Kararlı bir uygulayıcı olmak. Azim ve sebatla yolda kalmak. Şeytan tüm askerleri, dostları ve imkânlarıyla üzerimize gelir. Bizim/“ben”im şükreden kul olmamızı engellemeye çalışır. İç dünyamızda nefsin yanlışa yönelmiş arzuları, şeytanın içeriye sızmasını sağlayan zayıf kapılarımızdır. İşte bu sebepten, kendimize hedefimizi sürekli hatırlatarak, salih dostlardan destek alarak ve dualarımızla Rabb’imizden yardım ve himaye dileyerek planladığımız hayırları gerçekleştirmeye gayret etmek gerekiyor.

Bizler zayıf varlıklarız, bazen ayağımız kayar, yürüdüğümüz yolda düşeriz. Güçlü bir isteğimiz ve doğru bir yol haritamız olduğu hâlde yanlış yapabiliriz. İşte bu durumda da düştüğümüz yerde kalmamalı, hemen ayağa kalkmalı ve “Bir şeyin tamamı elde edilemiyorsa hepsinden de vazgeçilmez.” kaidesince yapabildiğimizin en fazlasını en iyi şekilde yapmaya çalışmalıyız.


Başta söylediğim şeyleri sonda da hatırlatarak bitireyim. Allah, insanın değerini kendi ameline bağlamıştır. Mevla’mızın seçip değerli kıldığı zamanlar, mekânlar, kişiler ve ortamlar biz onlarla doğru ilişki kurduğumuz zaman bizi de değerli hâle getiren sebeplerdir. Onlar da Allah’ın, kullarına ayrıca lütfettiği hayır ve fazilet kazanma vesileleridir.

Aslında övülen; Nebi Aleyhisselâm’ı örnek alan, onunla yoldaş olan, hâliyle hâllenen Müslüman’dır. Aslında övülen; Kur’an’ı kendisine rehber edinen, onunla şifa bulan, onu kendisi için rahmet sebebi edinen Müslüman’dır.

Aslında övülen; Ramazan ayını oruçla, infakla, Kur’an’la geçiren Müslüman’dır. Aslında övülen; Kadir gecesinde bin ayın (bir ömrün) hayrına talip olan Müslüman’dır.

Aslında övülen; ilim ve zikir meclislerinin katılımcısı Müslüman’dır.

Yani aslında övülenler; hayırlı olanın farkında olan, hayırlı olanı elde etmeye güçlü bir istek duyan ve bu hedefe ulaşmak için ne gerekiyorsa (niyet, ilim, amel, azim) yapan Müslümanlardır.

Bu güzel hasletlere sahip olabilen kullardan olabilmek umuduyla Rabb’imizin yardımını diliyorum.

Yorum gönder