Tercihin İstismarı, İhmalin Tercihi

Tercihin İstismarı, İhmalin Tercihi

Yazar: Mustafa Eser

O halde durmalı insan. İhmalinin ve istismarının önüne geçmek için kaçmaktan vazgeçip, bir güzel durmalı. Durmalı ve kendini oyalayan her ne varsa onlardan arınarak yapılacak nedir diye sormalı. Tercih kabiliyetini hesap verebileceği yani vicdanının onaylayacağı seçeneklere kullanmalı.

“Felaketler yaşayan insanlar bunalıma girmezken çok iyi koşullarda olan, üstün yeteneklere sahip pek çok kişi bunalımlar içinde kıvranmaktadır. Neden? Çünkü bir insan kendine sahip olduğu özelliklere göre değer biçmediği, öz değerlilik bilinci, duygularının gerçekliğinden kaynaklandığı zaman bunalıma girmez.”

Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı

İhmal, atıl oluşundan istismar ise faal oluşundan bilinir. Her ikisi de tahrip ediciliği yüksek yanlışlardır. İhmalin ataleti bazen öyle sinsilikle gelir ki bilge bir teenni ile karıştırılır. İstismarın failliği de öyle sinsi gelir ki sorumluluk yüklenmekle karıştırılır. Karanlık tarafımıza taalluk eden bu dürtüleri reddetmek kolaydır. Bu kolaylık cahilce bir emniyet doğurur. Emniyet tedbiri ve teyakkuzu ortadan kaldırır. Koruyucular olmayınca kişi pek çok musibete gark olur. Sinsilik hali de tıpkı pek çok duruş gibi kişinin kendi tercihidir. Ona bulaşan değil; kendine bizzat çağırdığı ve kabul ettiği bir tercih. O yüzden ihmal de istismar da kişinin kendini ihmal etmesiyle ve kendini istismar etmesiyle başlar ve sonra hep buraya yaslanır.

Mağdur olmak da etmek de ayrı ayrı korkulan hallerdir. Bunları da tercih edilebilir iddiama dâhil edeceğim. Elbette elimizde olduğu oranda. İnsan hallerinin fizik’inden daha çok belki kimya(simya)sı konuşulabilir. Çok karmaşık, girift ve öngörülmesi işin erbabının dışında pek zor kimyası… İnsan tercih ederek yol yürür. Hiçbir tercih bir diğeri ile aynı değildir bir de. O halde hiçbir kapı aynı mekâna açılır diyemeyiz. Hatta aynı kapının girişi ve çıkışı da aynı mekâna açılmaz. Bu bağlamda zannediyorum içerisi denilen yer kişinin benliği hakkında pek çok şey söyler. İnsanın nereye içeri ve nereye dışarı dediği önemli bir ölçeklendirme olabilir. Nasip denen olgu da tercihtir ya da tercihin neticesidir. İrade ile gerçekleşen tercihler olmaksızın bize temas eden her ne varsa o bizi ne aziz eder ne de zelil eder. Gerçi o da kolektif aklın tercihleri ile bize temas edebilmiştir. Dolayısıyla kolektif akla olan katkımız oranın da ondan da sorumluyuzdur. Hadi onu da iddia edelim: Kolektif akla olan katkımızın oranını da biz tercih ederek belirleriz. Evet, boğucu olduğunun farkındayım. Ama insanın tercih kabiliyeti olan iradesinin sorumluluğunu ancak bu perdeden anlatabiliriz diye düşünüyorum. Bu durumda geriye ne kalıyor suali akla gelebilir. Bütün bunlar benle irtibatlı ise ve tercihin dışında kalan alan neredeyse yok durumdaysa insan kendini nereye konumlandırmalıdır?

İnsanın iradesini Allah muhterem kılmıştır. İradesi ile seçmese kulluğun kıymeti olmaz. İradesi ile yanlış yapamaz olsaydı, doğru olanı yapmasının hatta doğruluğun kendisinin bile varlığı anlamsız olurdu. İradenin hürmete layık olması doğal netice olarak iradenin atıllığını haram kılar. Yok sayılmasını da haram kılar. Yürünen yolu seçmek de atılan adımlar da irade ile olduğundan kişiyi hem aziz kılabilir hem de zelil. Her netice imkân dâhilindedir. Netice ve neticeye gösterdiğimiz tepki de hesabını vereceğimiz ödevlerimizdendir. İradenin doğal bir başka neticesi olan hesabını verme durumudur. O halde irade, mutlak hesabın görüleceği ahireti de mümkün hatta mecbur kılar. Ahreti de ona iman etmeyi de… 

Şikâyet ancak mevcut imkânları kullananların hakkı olabilir. Kendini ihmal etmesinin ya da kendisini istismar etmesinin pek çok ikna edici sebepleri olabilir o kişide. Mazeret, çoğu zaman şeytanın sözcülüğünü yapmaktan öteye geçmez. Mukni oluş, sebeplerin ikna edici gücünden daha çok kişinin ikna olmaya niyet etmesindendir. Evet, burada da söyleyebiliriz: İkna olmak da bir tercihtir. Sahici bir duruşu olanların derdi meseleleri bir an önce rafa kaldırmak değil; perde perde işlenmesini sağlayarak hakikatin keşfidir. Onlar cevap verme heveslisi değil sorunun pişiren bilgeliğine odaklanırlar. Şikâyeti tercih edenler aslında peşinen, benim iş yapmaya gönlüm yok, demiş olurlar. Şikâyet, işleyişi tıkamanın bir başka şeklidir. İmkânları sonuna kadar kullanan failler zaten faaliyetlerinin yoğunluğundan şikâyete fırsat da bulamazlar gerek da duymazlar. Bir de şikâyet etme, ıslah ve inşa amacından çok, bildiğini ya da bilmişliğini göze sokma gayesi ile de yapılabilir.

Her şey ihmal edilebilir. Her şey istismar da edilebilir. Ama en büyük ihmal de istismar da kişinin kendisine karşı ihmal ve istismarıdır. Bu bir kaçış şekli olabilir. Olmadan, onmadan, mesuliyetten, ödemekten, emekten kaçış… O halde durmalı insan. İhmalinin ve istismarının önüne geçmek için kaçmaktan vazgeçip, bir güzel durmalı. Durmalı ve kendini oyalayan her ne varsa onlardan arınarak yapılacak nedir diye sormalı. Tercih kabiliyetini hesap verebileceği yani vicdanının onaylayacağı seçeneklere kullanmalı. Çünkü oyalamak da sızlanmak da yapılması gerekenleri yapmamak için bahane üretmek de bir tercihtir ve hesabı çok zordur. Bütün bunlardan sonra şunu söyleyebiliriz belki; tercihlere emek harcamamak da bir tercihtir ve ihmal ve istismarın en net hallerinden biridir.

Şimdi ve burada, ne yapılması gerektiğine karar verip vakit kaybetmeden işe koyulmak, dile kolay ama uygulamada zor bir makamdır. Pek çok insan ne yapılabilire dair ne çok cümle kurabilmekte ama ben ne yapabilirim, sorusunu maalesef gündeme almaktan imtina etmektedir.

Benlikten neden bu kadar çok kaçılır? Bu ürkmenin sebebi ne olabilir? Neyin bedelini ödetiriz kendimize bu kaçışla? Hesabını vermekte zorlanacağımız haller ile bu kadar kolay hemhal olabilmenin açıklaması nedir? Karanlık taraflarımıza bakmadığımızda oralar aydınlanmazlar. Karanlık taraflarımız yokmuş gibi davrandığımızda hayatımıza tesirlerini de yok etmiş olmayız. Az önceki duruşta işte bu karanlığın gözünün içine bakmak en öncelikli amelimiz olmalı değil midir? Bu cesareti göstermeyenler ihmali de istismarı da sömürülmeyi de kendilerine davet etmiş olurlar. Bu cesareti gösterenler ise bu vakıaları yaşam kalitelerine yeni birer birim ve güç dâhil etme imkânı olarak görürüler ve tercihlerini kulluktan yana yaparlar.

Yorum gönder