Toplumu Takva Ekseninde Dönüştürme Amacında İnsan ve Psikolojisi
Yazar: Mustafa Eser
Kalp kalbe temas etmeli, salon programlarının yanında hususi ortamlarda dertlere samimiyetle derman aranmalıdır. Bu birliktelikler mümkün olduğunca maaile icra edilmelidir.
İnsan katmanlı ve karmaşık bir yapıda yaratılmıştır. Kimyasının karmaşıklığı onu tanımayı ve tanımlamayı esaslı bir iş haline getirmektedir. Nazarî anlamda insan, ontolojik sancının hem sebebi hem de sonucu olarak karşımıza çıkar. Varlık amacının kulluk olduğunu bildiğimiz insan, tutarlı reddiyelerle ya da kimileri için makul olmayan gerekçelerle bu payeyi reddedebilmektedir. Bu reddediş elbette onun iradesi ile mümkün olmaktadır. İrade, tercih edebilme kabiliyeti ile tezahür eder. Bir başka deyişle tercih yoksa irade yoktur. Konu insan ise irade konunun merkezinde bir kavramdır. Tercih kabiliyetine haiz insan trajik bir şekilde manipüle edilmeye, yönlendirilmeye ve kandırılmaya açık bir haldedir. Hatta bu bağlamda insanın mücerret anlamda bir “bence”si olamayacağını iddia etmek abartı olmayacaktır. İnsanın sosyal bir varlık olduğu kabulü biraz da onun içinde bulunduğu topluluğun bir parçası olduğu; kişisel tarihinin diğer insanların tarihinden ayrılamayacağı anlamına gelir. Tekraren; safkan bir düşünce, fikir ya da duygu neredeyse mümkün değildir. İnsanın etkileşim kabiliyeti ya da zafiyetinden kaynaklı ebruli yapısı bu yazının boyutlarını aşacak bir bahs-i diğerdir. Biz konumuzla direkt alakalı bu ayrıntıyı konumuzun anlaşılmasına katkı sağlaması ümidiyle zikretmek istedik.
Faaliyetlerinin omurgasına eğitimi koyan çalışmalardan biri olan İnsan ve Medeniyet Hareketi’nin bir mottosu vardır. Bir iddia ve belki de bir muştudur bu: Toplumu takva ekseninde dönüştürmek. Takva; sakınma, korunma ve sorumluluk bilinci gibi derin anlam havzasına sahip bir Kur’an kavramıdır. Toplum, insanın en büyük organizasyonu olan devletin altındaki birimlerden bir tanesidir. Yapı taşı insandır. Özellikle dönüştürme fiili kullanılmıştır. Değişim değil, dönüşüm. Dönüşüm cevhere taalluk eder; değişim araza. Değişimde görünür olan ön plandadır; dönüşümde ruhî, kalbî, aklî gibi görünmeyen melekeler. Değişimin dönüşüme tesiri cılızken, dönüşüm sonrası değişim kaçınılmazdır. Değişimde de dönüşümde de kişinin iradi tercihi söz konusudur; ama ilkinde bu tercih zorunlu değilken, ikincisinde olmazsa olmaz konumdadır. Kişi, bir dönüşüm içinde olacaksa öncelikle içinde bulunduğu hali okuyabilme kabiliyetine sahip olmalıdır. Bu farkındalık onu bir arayışa yani bir talebe götürecektir. Bu talep ise ancak iç dinamiklerle gerçekleşebilecektir. İşte burada yazımızın ana konusu olan Psikoloji devreye girmektedir.
Nurettin Topçu psikolojiyi şöyle tarif eder: “Ruhsal olayların ilmi veya ruhsal olayların gözleminden işe başlayarak onların sebeplerini ve kanunlarını ortaya koyan ilim.” İnsanın iç dinamiklerini anlamaya çalışan, sebeplerini düşünen ve bir “arıza” çıktığında çözüm üretmeye çalışan bilimin adıdır Psikoloji. Ruh Bilimi diye de bilinir bizim medeniyetimizde, Nefs Bilimi diye de. Sosyal bilimler kategorisine girer. Ve bu sınıfın altındaki bütün bilimlerde olduğu gibi “Nesnellik mümkün müdür?” sorusu psikoloji için de uzun tartışmalara sebep olmuştur. Söz konusu insanın deruni yapısı gibi birçok değişkeni içinde barındıran bir vakıa ise haliyle “nesnellik” zor bir sınav olacaktır Psikoloji için.
İnsanın birbiriyle irtibatlı katmanları olan karmaşık yapısını kabul etmek, aynı zamanda bu birimlerin birbirinden etkilendiğini ve bu bütünü parçalamanın mümkün olmadığını da kabul etmek demektir. Mesela insanın fizyolojisiyle alakalı kalp atışı, psikolojisi ile alakalı heyecanı üzerinde bazen sebep; ama çoğunlukla sonuç halindedir. Üzüntü ve ıstırap gibi duygular, gözyaşı gibi fizyolojik tezahürler ortaya çıkarmaktadır. Daha derin ve ilginç bağlantılar her geçen gün tespit edilmektedir.
Toplumu dönüştürmek, esasında; insanı dönüştürmek, demektir. İnsan ancak talip hale geldiğinde, üzerinde bir işçilik söz konusu olabilir. Bu işçilikte fail, insanın bizzat kendisidir. Ama insan doğası gereği hevâsına boyun eğebilmekte ve kendisi için hüsran olacak durumlara da talip olabilmektedir. Dolayısıyla davet sorumluluğu ile yol yürüyenler, muhataplarının çok yönlü yapısı ile alakalı asgari düzeyde bir donanıma sahip olmalıdırlar. Bu donanım için Psikoloji ilminden istifade kaçınılmaz bir gerçektir. Ama bu ilim mağlubiyet ruhuyla uyarlanmış bir ilim değil; fıtrata uygun, medeniyetimizin basiret süzgecinden geçirilmiş bir ilim olmalıdır. Sudanlı Profesör Psikolog Malik Bedri’nin, Efendimiz Aleyhisselam’ın, ümmetin ehl-i kitabı taklit endişesini ifade ettiği hadisinden ilhamla “Kertenkele Deliğindeki Müslüman Psikologlar” diye isimlendirdiği psikologların bir an önce o delikten çıkmaları ile bu istifade mümkün olacaktır. Yine bu ilim; ateist, pozitivist felsefeden etkilenen psikoloji ya da Freudyen psikanalizden ibaret psikoloji de değildir.
Soru cevaptan öncedir, öndedir ve cevaba nispetle daha önceliklidir. Kabulü ile “Kişiliğin biyolojik, psikososyal ve manevi belirleyicileri nelerdir?”, “Fıtrat kavramı ekseninde insanın eylemlerinden mesul oluşu, bir nevi kendini gerçekleştirmesi bu belirleyiciler ile nasıl bir irtibat içindedir?” gibi çalışma zeminimizle ilgili ipuçları sadedinde bazı sorular sorulabilir.
Suretleri aynı fakat özleri başka üç durumdan bahsetmek meselenin anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Bunlardan ilki, sürüklenmedir; ikincisi, sürülmedir; üçüncüsü ise tabiiyettir. İlk ikisi reziletten sonuncusu ise fazilettendir. İlkinde kişi çukura düştüğünün bile farkında olamayacak derecede bir gaflet içindedir. İkincisinde bilinç düzeyi nispeten zeminden yükselmiş haldedir. Fakat burada da durumu az çok bilmesine rağmen bir atalet durumu söz konusudur. Birincisi kadar olmasa da kötü haldedir. Son halde ise şuur devrededir. Yürünecek yol ve varılmak istenen menzil aşağı yukarı belirlenmiştir. Belki yolun fıkhı ile ilgili bir bilgi boşluğu vardır. Ama kişi bu boşluğu doldurma cehdi ile güven duyduğu yolun ilkelerine bilinçli bir tabiiyetle tâbi olmuş haldedir. İş bu tabiiyetin imkânı ancak bilinçle mümkün olacaksa davetçinin işçilik alanı burası olmalıdır. Elbette seyr-u sülük esnasında lokal, ani ve pratik müdahaleler hoş görülebilir ama aslolan işçilik alanıyla ilgili gayret biteviye devam etmelidir. Muhatabı hakikate talip hale getirmek adına ruhuna, kalbine, bilincine ayna tutularak nakisalarını fark etmesi sağlanmalıdır. Bu süreçte karşımızdakinin muazzez varlık olan “insan” olduğu unutulmamalı ve özenli tavır elden bırakılmamalıdır. İncitmekten, nefret ettirmekten, meseleyi bulandırmaktan, zorlaştırmaktan içtinap edilmelidir.
İnsanın içinde bulunduğu hiçbir denklem, maalesef, tek bilinmeyenli değildir. Değişkenlerin çokluğu davetin kalitesi için yoğun emek harcamayı zorunlu hale getirmiştir. Hele bir de ağır tarihi travmalar atlatmış ve hafıza kaybına uğramış ülkemizde, harcanacak emeği artırmak kaçınılmaz olacaktır. Din adamı imajı hem sinemada hem medyada hem de yazın edebiyatında ciddi anlamda tahrip edilmiş haldedir. Bu tahribatın farkında olması gereken davetçi, irşat faaliyetinde, kendi durumu için de muhatabı için de psikolojik donanıma sahip olmalıdır. Davetin, bizim konumuz bağlamında dönüşümün, malumat aktarımı yapmakla mümkün olmadığı çok açık ve duru bir gerçektir.
Kalp kalbe temas etmeli, salon programlarının yanında hususi ortamlarda dertlere samimiyetle derman aranmalıdır. Bu birliktelikler mümkün olduğunca maaile icra edilmelidir. Suni planlamalar yerine hayatın akışıyla paralel sahici ünsiyetler dönüşümde çok daha tesirli olacaktır.
Merhem ancak yaraya sürülürse şifa olacaktır. Merhemi süren elin kabiliyeti, merhemi süren yüzün mimikleri ve iletişimde kullandığı dil en az merhemin kendisi kadar fayda sağlayacaktır. Eskiler “asla vusul ancak usul iledir” derler. Ünsiyette usul, en ince hesap edilen usul olmalıdır, diyebiliriz.
Sevgi gibi kalbî bir eylem için zorlama kat’i suretle işe yaramıyor ve belli şartların oluşması icap ediyorsa; dönüşüm için de iç dinamiklerin hesap edilmesi, ufak bir hatanın dahi muhatabın talip olma iştiyakını ortadan kaldıracağı gerçeğinden haberdar olunması icap etmektedir. O halde davetçi, buna mukabil kuşatıcı bir çalışma yelpazesi kurgulamak durumundadır. Felsefe, sanat, edebiyat, düşünce, dijital dünya ve siyaset gibi hayata dair ne varsa, her biriyle ilgili bir dosyaya ve sahici bir iletişim kabiliyetine haiz olmalıdır. Daveti yani “Hareket” özelinde dönüşümü amaç edinmiş organizasyonların ise insanın çok yönlü yapısına, nitelikli bir sözü, cazip bir duruşu ve yeterli istihdamı olmalıdır. Çünkü insan; soran, arayan, vazgeçen, savrulan, tatmini arzulayan bir varlıktır. İnsana dair iddiası bulunan ve bunu bir kulluk vazifesi şuuru ile ifa eden teşekküller bu gerçekliği bilerek işlerini tertip ve tanzim etmelidirler.
Her insan özeldir. İnsanı yüzeysel başlıklarda tasnif etmek, onun izzetine halel getirecektir. Dört başı mamur çalışmalar, bireysel ilişkilerden kitle hareketlerine kadar, şahsiyet inşası için zemin oluşturmaya matuf olmalıdır. Şuur ve ruh daimî bir akış içindedir. Şahsiyet inşası bu akışla ahenkli bir uyum içinde olmalıdır. Burada yine psikolojik usuller devreye girmektedir. İnsanın kaygısını doğru yere kanalize etmek, iç gözlem ve denetimini yapabilecek bir farkındalığa kavuşturmak, yerinde ve yeterince cesaret içinde olmasını sağlamak, diğerleri ile olan münasebetinde rikkate ve nezakete sahip olmasına çalışmak, gibi birçok potansiyel için bilişsel ve duyuşsal beceri kadar psikolojik yeterlilik de önemlidir.
Bütün toplumsal faaliyetlerde, insandan azami ölçüde faydalanmak için onun kabiliyetini belirleyip, o kabiliyeti güçlendirmek de onu doğru yerde istihdam etmek de mizacına uygun bir terbiyeden geçirmek de psikolojik donanımla mümkün hale gelecektir.
Ve’n-nihaye: hem davetçi hem de davet edilen insan nazarımızca ihtirama layıktır. Her bir âdem, bir âlemdir. Kendisine birçok âyâtın musahhar kılındığı insan için harcanacak emek mukaddestir. İnsanın doğasını bilip ona göre bir usul ve üslup belirlemek harcanacak emeğin anlamlı bir netice vermesini sağlayacaktır.
Yorum gönder