İstihdam Hakkı ve Hakkın İstihdamı
Yazar: Mustafa Eser
İnsan daimi bir karar halindedir, evet; ama bu halin meşru ve muteber olduğunu iddia edemez. İnsanın alması gereken kararların belki de en kıymetlisi müdahale kabiliyetini dizginleyebilmesidir. Müdahil olmayı bir hak olarak görmekten vazgeçmektir. Herhangi bir kabiliyetin varlığı o kabiliyetin icrasının meşruiyetine delil teşkil etmez. Yapabiliyorsun, evet ama bu yapabileceğin anlamına gelmez.
“Dışından bakanlar için İslam’ın koyduğu esaslar çok sınırlayıcı, hareket serbestini çok daraltıcı gibi görünebilir. Nitekim Hıristiyan anlayışı Müslümanlığın insan hayatının her safhasına dair hükümler taşıyor olmasını çok daraltılmış kayıtlar şeklinde anlamaktadır. Batı medeniyetinin değerleri göz önüne alınarak yapılan bir değerlendirme elbet meseleyi böyle anlar. Çünkü bu medeniyette beş duyunun mutlaklığı yaşanmakta, zihin tek boyutlu kalmaya zorlanmaktadır. Oysa algıların hakimiyetini mutlaklaştırmayan İslam’da her vecibe ufuk açıcı ve vasıl edici özelliktedir. Batı hayatında insana baskın çıkan zorbalık İslam yaşayışında sevginin kendisi olur.”
İsmet Özel – Bakanlar ve Görenler
İnsanın istihdam edilişi de hayatındaki birimleri istihdam edişi de hakikatle olan irtibatı hakkında ve dolayısıyla kendisi hakkında hayati önemde bilgiler verir. Zaten hakikati istihdam edişi de kendisini istihdam edişi ile doğrudan irtibatlı olduğu için birbirlerinin tamamlayıcısı mesabesindedirler. Zira hakikate yüklediği anlam kendisini hakikat karşısındaki konumlandırması anlamına geldiğinden, birbirinin yerine kullanılabilirler. Yani bir kişi ben derken hakikat ile irtibatına dair çok şey söylemiş olur. Kulağı olan duyar bunu; gözü olan görür. İlki de ikincisi de insanın iradesine bağlıdır. İstihdam edilişinde de asıl söz ondadır, evet. Hem fiziki istihdamı hem de kalbi ve zihni istihdamı onun bu hali okumasıyla ve yine bir yere istihdam etmesi ile anlamlı olur. Baktığından ziyade bakışıyla hesaba çekilecek olan insan her durumda daimî bir karar ve işleyiş halindedir.
Elindeki mevcut bakiyeyi nerede nasıl kullanacağına karar veren insan bu bakiye üzerindeki tasarrufundan mesuldür. Her sarfı ya salih ya da su-i amel olur. Mevcut potansiyeli de bu harcamalarla kendini gösterir. Gelişebilir, yok olduğunu zannettiği şeyin var olduğu ortaya çıkabilir, var olduğu zannettiği meziyetin aslında düşündüğü gibi olmadığını görebilir. Belki de vardır ama yanlış zamanda ve yanlış yerde başladığı için maksat hâsıl olmamıştır gibi… Bütün bunlar ve daha fazla durum kişinin bir takdir geliştirmesi ile yani amelde oluşuyla, temenni ve arzunun kaliteli bir niyetle faaliyete dönüşmesiyle mümkün olur. İman olgusunun ispatı gerektiğinde amele bakılır. Bir insanın özünde iyi olduğu iddiası da aynı şekilde eyleme dönüştüğünde makul olur. Amel ile tezahür etmeyen iyilik, davranışta görünmeyen iman gibi varlık iddiasını, bağlayıcılığını, zeminini ve inandırıcılığını kaybeder.
İnsan daimi bir karar halindedir, evet; ama bu halin meşru ve muteber olduğunu iddia edemez. İnsanın alması gereken kararların belki de en kıymetlisi müdahale kabiliyetini dizginleyebilmesidir. Müdahil olmayı bir hak olarak görmekten vazgeçmektir. Herhangi bir kabiliyetin varlığı o kabiliyetin icrasının meşruiyetine delil teşkil etmez. Yapabiliyorsun, evet ama bu yapabileceğin anlamına gelmez. Daha önce pek çok fırsatta dile getirdiğimiz üzere insanın her anlamda niteliğinin artması mevcut kabiliyetlerini dizginleyebilmesinde, arzularını tutabilmesinde ve enerjisini kanalize edebilmesindedir. Bu bağlamda tutma hali bir istihdam halidir. Tıpkı tutmayıp bir tasarruf da bulunmanın da bir istihdam şekli olduğu gibi. İnsana hayatında isabet eden herhangi bir durumu tasnif edip dosyalamamız gerekiyorsa etiketlenmemesi/müdahil olunmaması gerekenler dosyasına alıp orada istihdam edebiliriz. Ve bu tutuş ameli, müdahil olmaktan çok daha zorlayıcı ve keyif kaçırıcıdır. Müdahil olmanın şehveti yerine, müdahil olmama kararlılığının kekremsiliğindedir erdem, diyoruz.
İnsan nerede değer görüyorsa oradaki var olan değere ve değer üretimine tabi olmaya meyyaldir. Değerli hissetmek insanın doğası gereği onu verimli hale getirir. Değer gördüğü ortamın değerlerini bizatihi kendi değerleri haline getiriverir. Değer üretimi, aktarımı ve muhafazası ile her anlamda verimlilik arasında dip akıntısı kuvvetinde bitimsiz ve güçlü bir bağlantı vardır. Değer görmeyi anlaşılabilir ve kabul edilebilir kılan, değer görülen zemindeki konumlandırılma yani istihdam ediliştir. O halde insanın temel meselesi diyebileceğimiz değerli/anlamlı/amaçlı olma, kendini nerede ne şekilde istihdam ettiğinde saklıdır.
Her isabet edenin bizdeki istihdam ediliş şekli, bizi değer ve verim dengesinden istifadeye götürür. Her olan hayırdır. Her durum bir nasiptir. Her hâl bir nimettir. Her istihdam bir cennet vesilesidir. Bütün bunların tam zıtlarını da buraya derc edebiliriz elbette. İşte insanın eyleyebilme kabiliyetinin esrarı ve hesabın hakikatin ispatı oluşu burada hatırlanmalıdır. Hesap yoksa hak yok demektir. Hak yoksa haklılık için ömür tüketen insanın varlığı anlamsız demektir. Bu hak arayışı ya da hakkın korunması çabası, insanın el-Hakk’a tabiiyeti ile neticelendiğinde yol bitmiş olmaz. Asıl yolculuk yeni başlar. Hak arayışı insanın varlığının haklılığı olmalı, ön kabulü ile mümkündür. Zira var olmak bir haklılık alameti değil midir? Benlik farkındalığı, ben idraki hangi yolculuklar ile gerçekleşirse gerçekleşsin iş neticede hak ve haklılığa çıkacaktır.
İstihdam, istihdam ettiğimiz şeye dair yani o şey hakkında malumat verir evet; ama en sahih malumat onu istihdam eden biz hakkında ortaya çıkar. Bize dair; biz hakkında. Biz hakkında demek bizim hakikat ile hukuk ile ve el-Hakk ile irtibatımıza ayna değil midir?
O halde âdem olan kendine dair; kendi hakkında ne der; yani kendini nerede müstahdem kılar dönüp dönüp bakmalı ve baktığını görmeli sonra kendine haksızlık etmemelidir.
Yorum gönder