Devinim, Akış, Eylem

Devinim, Akış, Eylem

Yazar: Mustafa Eser

İnsan, çeşitli donanımlarla daha nitelikli hale geldikçe akışın fıkhını kavrar. Bu akışa yön vermek istiyorsa yani bir tasarım derdindeyse, bunu mümkün kılmanın ancak akışa tabi olmakla olacağını fehmeder. Huzur da sekine de bu tabiiyettedir. Olacak olan olur, olmaktadır.

Varlık devinim halindedir. Mikro âlemden makro âleme kadar her katmanda heyecanlı bir dinamizm vardır. Bu hareketliliğin bazılarının nizamı hemen anlaşılabilir ama bazılarının nizamı bir çırpıda anlaşılacak halde değildir. Üzerinde farklı pencerelerden bakılıp düşünülmesiyle insicamı bir parça anlaşılabilir belki. Bazılarının kozmosunu anlamaya ömürler kifayet etmeyebilir. Ama kaosta bile bir kozmos vardır. Çünkü varlık, anlam demektir. Anlam ancak amaçla mümkündür. Amaç ise muhakkak nizam ile erişilendir.

Hareket varsa elbette bir de yön vardır. Zira hareket bir tarafa doğru olandır. Taraftan bahsedebilmek ise mekânı zorunlu kılar. Mekân varsa ancak yönden bahsedilebilir. Zemin olmazsa zamanın akışı da ölçülemez. Çünkü akıntı bir iz bırakır. Soyut olan zamanın ölçümü dikkat ederseniz somut mekânın değişimi ile anlaşılabilir ilk adımda. Zaten insanın tarihinde, düşüncenin seyri de bilginin imali de somuttan soyuta doğrudur. Çocukların büyümesi/ insanlaşması bu dediğimizin gözlenmesi için elverişli bir misaldir. Hareket, mekân ile kendine imkân bulur. Bir başka taraftan ise hareket mekânı mümkün kılar. Birbirlerine rahim olurlar.

Varlığın deviniminin pek çok görünür hali vardır. Çıkan-inen, birleşen-ayrılan, donan-eriyen, pişen, eren, domuran, çürüyen ve daha pek çok eylemin yönü ya kemale ya da zevale doğrudur, denir. Ya oluyordur ya da ölüyordur. Ama sanki bu ikisi de görecelidir. Zira bu iki yargıyı ortaya koyanlar meseleye kendi taraflarından bakarlar. Esasında ya oluyor ya da ölüyordur değil; hem oluyor hem de ölüyordur diyebiliriz. Çünkü olan, akar. Tebdil olur. Ama yok olmaz. Yok oluş, varlık için imkânsızdır. Her oluş aynı zamanda bir ölüştür. Çiçeğin ölümüne meyve, meyvenin ölümüne tohum, tohumun ölümüne filiz, filizin ölümüne ağaç denir. Ve bu döngüsellik biteviye devam eder.

Devinim, devinimi doğurur. İrade sahibi olmayan varlıklar için bu devinim adeta kurulmuş bir saat gibi işler. Her bir anı mesaj olan akışın ahengi çeşitli sebeplerle değişebilir. Bu da ayrı bir ritimdir artık. Devinim evrimseldir. Varlık, halden hale, suretten surete, hızdan başka bir hıza doğru akar da akar. Bu akışın da pek çok ilkesi ve hikmeti vardır elbette. İşte bütün bu debisi yüksek akışın içinde bir varlık vardır ki bu hali dizayn edebilme ve dahi tahrip edebilme donanımına sahiptir. Bu varlık âleminin göz bebeği, Rabb-i Rahim’in kıymetlisi ve imtihanına tam da bu yüzden muhatap kıldığı Hz. İnsandır. Bu, ciddi bir imtihandır. Yani hem imkân hem de o oranda vebaldir. Zira devinimin yasası gereği, hiçbir hareket ötekinden azade değildir. Steril de stabil de değildir. Sizin işleyen çarklarda yaptığınız bir tasarım, diğer bütün çarklara ama direkt ama dolaylı tesir edecektir. İnsan kendisi de dahil herhangi bir zeminde bir takdirde bulunduğunda bir kaos ortaya çıkar. Bu kaosun hacmi ve tesiri takdirler kadar çok çeşitlidir.

İnsan, çeşitli donanımlarla daha nitelikli hale geldikçe akışın fıkhını kavrar. Bu akışa yön vermek istiyorsa yani bir tasarım derdindeyse, bunu mümkün kılmanın ancak akışa tabi olmakla olacağını fehmeder. Huzur da sekine de bu tabiiyettedir. Olacak olan olur, olmaktadır. Sen bu donanımınla oluşun neresinde yer alıyorsun, diye kendine sual eder. Aşırı müdahale, müdahalenin tesirini zayıflatır. Her yerde olan, her şeye dâhil olan, aslında yersizdir; hiçbir yerdedir. Daha önce başka bir başlıkta demeye cüret ettiğimiz gibi aslolan tutabilmektir. Tutabilme, salihatın özüdür. Tutma eyleminin içerdiği bütün anlamlarıyla tutma eyleminden bahsediyorum. Tutma pek müşküldür. Elini, dilini, belini, idrakini, kalbini nasıl tutabilir beşer? İnsan, donanımları gereği her yerde her şeyi ile her zaman hallenmek hevesindedir. Odağı korumak meziyettir. Bir işe karar verip azmetmek her babayiğidin harcı değildir. İşin hakkını vermek pek az kişiye nasip olur. Anda olabilmek ve o anı layıkıyla duyumsamak hususi bir beceridir ve kesbetmek için belki de ömürlük uğraşı gerekir. O halde her şeye müdahil olmak ile her şeye sırt çevirmek aynı derekededir, diyebiliriz.

Yaşam alanlarımızı hem nazari anlamda hem de görünür anlamda düzenliyoruz. Bazı prensipler ediniyor, bazı kırmızı çizgiler çiziyoruz. Derken süreğen akışın içinde kendimizi var kılıyoruz. Bu var kılmaya başka iradeli varlıklardan oluşan çevremiz de şahit oluyor ve bir şekilde dâhil oluyorlar. Onlarla ilgili de bir takdirimiz oluyor: Konumlandırıyor, istihdam ediyor, sıralamaya koyuyor, tasnif ediyor, kıyaslıyor, arşivliyoruz. Bütün bunlar olurken merkezi konumumuzu muhafazaya direniyoruz. Bu yaptıklarımızla tezgâhımızdan yaşam denen fenomen ortaya çıkıyor. Eksenimize uyguladığımız muamelede kendimizle olan samimi meşguliyet ve olma gayreti devrede ise razı olunacak neticeler elde edilebiliyor. Değilse kendimizi muaf tutma kurnazlığı devreye girerse tarihteki pek çok örnekte olduğu üzere kandırdığımızı zannederek kananlardan oluyoruz.    

İnşa edebilme kabiliyeti ve sirayet etmesi dolayısıyla insan, yaşamı boyunca temas ettiği bütün devinimler karşısında ne yaptığından ya da ne yapmadığından mesuldür. Gösterdiği hiçbir performans nötr değildir. Kişiyi ya abat etmeye takviye olur ya da harap etmeye. Elbette denklem tek bilinmeyenli değildir. Pek çok girift algoritma devrededir insan söz konusu ise. O halde olabildiğince ve gücümüz yettiğince abat olmaya doğru meyyal olmalı, devinimlerimiz de devindirdiklerimiz de.

Yorum gönder