Diğer Yarımız
Yazar: Mustafa Eser
Bağımlılığın değil bağlılığın öncelendiği ilişkilerde mahrem alanlar vardır. Kişinin yargılanmadığı ve bütün evsafından arınıp yalnızca kendisi ile kaldığı bu mahrem alanlara müsaade edilmesi tarafların bütünleşmesine imkân sağlayacaktır. Sıhhatli ilişkilerde taraflar birbirlerini köreltmezler. Birbirlerini zelil değil aziz kılma derdindedirler.
İnsan ömrüne bir isim vermek gerekseydi, ona, arayış denebilirdi galiba. Bulmak için aramayı kastetmiyorum. Bizzat arayış halinin kendisini kastediyorum. Aramak ve bu hali bir ahlak umdesi olarak konumlandırmak, yalnızca arayışın kutsallığına inanmakla mümkün olur herhalde. Ama böyle olmasa da insan arar. Bazen ne aradığını bilmeden arar. Bazen neden aradığını bilmeden arar. Arayış, bu ve benzeri bilinmezlere rağmen biteviye sürer. Haliyle bazen buluşlar da gerçekleşir. Buluşların nasılı ya da devamlılığını aramaya başlar bu sefer kâşif. Arama bitmez.
Bazen şifa arar arayan bazen bela. Bazen bu ikisi aynılaşır. Belanın diğer yüzü şifa, şifanın diğer yüzü bela olur. Dermanın derdi olduğunu fehmetmekle arayış boyut değiştirir belki, belki de usul değiştirir ama durmaz, devam eder.
Belki de itiraf etmekte zorlandığımız şey; arayanın, bütün aramalarının, esasında, kendini arama ameliyesi olduğudur. Arayan da kendisidir, aranan da. İşte bu aramalarda amaçların ortak paydası, tamamlanma arzusudur. Zira nakıs olduğumuzu, noksan olduğumuzu, eksik olduğumuzu biliriz. Bilir de tamamlanma arzusuna çeşitli isimler takıveririz. İsim koymada maharetimiz ve namımız bizden yaşlıdır. İsim konunca sınır çizilir. İsim konunca ayrıştırır ve ağyardan farklı olduğunu ilan ederiz müsemmanın. Öylece bir iş değildir yani şeylere isim vermek. Önemli bir kabiliyet dolayısıyla bir vebaldir. Bu bir bahs-i diğer.
İşte bu tamamlanma arzusunun en görünür hali kişinin eşini aramasıdır. Yani diğer yarısını. Eşleşme/izdivaç bu bağlamda hem çok merkezî hem de çok derin bir ihtiyaçtır. Haliyle bir o kadar ilkel. En vahşi tarafımızdan mesul olan beyin sapı da bizi diğer canlılardan ayıran bütün meziyetlerin tasarımlandığı korteks tabakası da devrededir. Hormonlar da devrededir akıl-mantık da. Dolayısıyla pek tehlikeli ve bir o kadar da cazip bir uğraşıdır eş arayışı.
Zevçlerin izdivaç eylemesi tamamlanma maksadının usulsüz kullanımı ile eşi dönüştürmeye ya da sadece kendinden ibaret ömrüne hiç yer açmadan ekleme çabasına evirilebilir. O zaman pek çok insanın imtihan zeminini oluşturur izdivaç. Şifası ve çaresi vardır elbette. Şifa, zannederim saygıdadır. Eşinin varlığını muhterem görmeyen bakış, şâfî olamaz. Nasıl ki çiçekler birbirlerinin renklerini yok etme çabasına girmiyorlarsa erdem sahibi insanlar da kendi rengini dayatmazlar. Renk cümbüşünden rahatsız olmaz onlar. Bilakis bunu bir şükür sebebi olarak görürler. “Bak o var, bu da var. Ne güzel!” basiretindedirler.
Saygının başka bir veçhesinde ise hududunu bilme vardır: İnsan, kendine yettiğini zannettiği anda azar; erraâhüsteğnâ, der Kerim Kitabımız (Alak suresi, 7). Hududunu bilmeyenlerin takıntıları imkânsıza dairdir. Mükemmel olmalıdır olacak olan. Mükemmel değilse olmamalıdır. Amelde de gösterir bu hâl. Ya mükemmel eylemelidir eylemini. Değilse eylememeyi tercih ediverir bu takıntının sahipleri. Kendini anlamaya başlayan, dolayısıyla insana dair belli bir olgunluğa sahip birinin mükemmellik arzusunun dipsizliğini görmemesi mümkün değildir. Bu makamdaki bir âdem hoş görmeyi de bilir, insanın zaaflardan azade olamayacağını da. Kendinden bildiğinden hem kendine haksızlık etmez hem de muhatabına. Hele ki bu muhatabı bir ömrün ötesinde ebedî birlikteliği arzuladığı eşi ise. Acziyetinin şuurunda olduğundan geçim ehlidir.
Kendini fark eden şahsiyet sahibi insanlar, mutluluğun da mutsuzluğun da sebebinin kendisi olduğunun şuurundadır. Mutlu olmak, bir nasip işi ya da bir lütuf değil bilakis bir tercihtir. Kişi baktığını değil de bakışını değiştirdiğinde dünyasının değişeceğini anlar. Bu, mesuliyet demektir. Kişi kendinden ve temasından mesuldür. Eş arama ve bulma ile başlayan izdivaçta çok katmanlı bir yolculuğa çıkılmıştır. Dengeler, güçlü ve hassastır. Pek çok hesaplama yapılmalıdır. Mesuliyetinin fehminde ise her uğraşısı salihata tebdil olacaktır. Diğer hallerde ise bezdiren, sömürgeci şikâyet bir yaşam biçimine dönüşür. Şikâyet, bir hak ise bu ancak mevcut imkânları azami şekilde kullananların hakkıdır. Benlik farkındalığı olan insanların pek şikâyet etmediklerini görürsünüz. Zira şikâyet, özünde mesuliyeti reddetmeyi ya da en azından ondan kaçmayı barındırır. Bu ikinci bahs-i diğer.
Kur’an eşleri elbiseye benzetir. Elbisenin pek çok fonksiyonu vardır. Güzel gösterme, mahremini örtme, koruma, statüsünü/konumunu/görüşünü/mesleğini/zevkini gösterme gibi. Yani evlilikte taraflar birbirlerine elbise olurlarsa maksat hâsıl olabilecektir. Dikkat ederseniz anlaşmazlıkların yaşanması bu sayılan fonksiyonların işlevsizliği ya da ihmali ile vuku bulur. Özenli ilgi pek mühimdir. İşçilik yani gayret ve emek demektir bu.
Bağımlılığın değil bağlılığın öncelendiği ilişkilerde mahrem alanlar vardır. Kişinin yargılanmadığı ve bütün evsafından arınıp yalnızca kendisi ile kaldığı bu mahrem alanlara müsaade edilmesi tarafların bütünleşmesine imkân sağlayacaktır. Sıhhatli ilişkilerde taraflar birbirlerini köreltmezler. Birbirlerini zelil değil aziz kılma derdindedirler. Meziyetlere ve emek harcanacak alanlara saygı merkezde tutulmalıdır. Bu amaç en sade mantıkla bile makuldür. Çünkü eşler birbirlerini aziz kıldıkları ölçüde aziz olurlar. Zelil kıldıkça zelil olurlar. Bir azizin eşi, aziz; bir zelilin eşi, zelil olmayacak mıdır?
Her işte ve oluşta olduğu üzere evlilikte de sevgi çok mühim bir olgudur. Sevgiyle harmanlanmış ilişkilerde merhamet, anlayış, tahammül ve değer verme vardır. Elbette sahici sevgi, şartsız olandır. Bu şartsızlık, eşlerin birbirlerini büyütmelerinin zemini olur. Birlikte büyümek ve derinleşmek mübarek bir deneyimdir. Birbirini tamamlamak ve bütün varlığınla destek olmak. Orada olmak…
İlişkide tahribat varsa sevgi yoktur. Çünkü sevgi tahrip etmez. Bilakis onarır, ıslah eder. Sevgi, titiz bir emekle eylem üretir. Sevgiden katma değer çıkar. Üzerinde emek harcanmayan ve hercai heveslerin ya da biyolojik dürtülerin güdümüne sevgi demek, sevgiye haksızlık olacaktır. Sahici sevginin delili; hem yüzüne hem de gıyabında, edeple beklemeyi bilmektir. Acıtmamak, tahrip etmemek, yıpratmamak, beklenti denen illetten âzâdeliktir.
Sevgiyle beslenmiş bir ömrün zuhuru, hizmet etme hevesinde görülür. Her alanda hizmet etmek… Ömrün akışına hizmet ederek ayak uydurmak. Kıyamamak. Sevdiklerimize hizmet etmek, şeref değil de nedir? Bu bizi büyütecektir. Büyütecektir evet ama aslında tamamlanmamıza da vesile olacaktır. Aradığımız kendimiz idik, dolayısıyla sevdiğimiz de hizmet ettiğimiz de kendimiz olacağız özünde. Herhalde kazançlı, sevgi emekçisi arayan olacaktır.
Yuva, bunlar ve benzeri tuğlalarla inşa edilecektir. Ama yuvayı bir mektebe ve organik bir mayalanma merkezine dönüştürmek ancak ölümsüz bir gaye ile mümkün olacaktır. O gayeye sarılıp peygamberi bir emekle yol yürüyüş, iki dünyayı da mamur edecektir.
Dünyalarını mamur etme dertlilerine selam olsun!
Yorum gönder