Mesuliyetin Kutsallığı – Ve’l-asr!

Mesuliyetin Kutsallığı – Ve’l-asr!

Yazar: Mustafa Eser

İnsanın mücadelesi nihayetinde kendisiyledir. Kendini, yapmaktan hoşlandığı ile yapmak zorunda olduğu şeyler arasında sıkışmış hisseder ve bu ezelî mücadele ömürlük bir uğraşıya dönüşür.

“Tüm çağlarda ve tüm insan topluluklarında, ciddiye alınması gereken her erdem öğretisinin (tugendlehre) arka planında, benliğin inkârı (selbstüberwindung) vardır ve hala da öyledir. Etik öğretisi her zaman “şöyle yapmalısın” türünde ve bir şekilde ilkel benliğimize ters gelen bir buyruğu, gerilimli bir karşı karşıya gelme durumunu içerir. “Yapabilirim” ile “yapmalısın” arasındaki bu tuhaf karşıtlık nerden kaynaklanır?”

Erwin Schrödinger

Tahir b. Aşur (v.1973) ‘makasıdu’ş-şeria’yı, yani hukukun gayelerini, “kanun koyucunun hükümleri vaz ederken, gözettiği ve hedeflediği hikmet, hedef, gerekçe ve manalardır” şeklinde tarif eder. Hukukun gayeleri ise pek çok hukukçu tarafından şu üç başlıkla sınıflandırılır: 1. Zaruri, 2. Haci, 3. Tahsini. Ehemden mühime doğru şu sıralamayı yapabiliriz: İtikat, zaruriyata; fikriyat, haciyata; hissiyat ise tahsiniyata muhtaçtır.

İnsan pek çok katmandan müteşekkil bir kevni camidir. Bu zıtların toparlayıcılığı pek çok imkâna da pek çok çatışmaya da fırsat yaratır. İmkânın ve çatışmanın bir hukukla değerlendirilmesi elzemdir. İşte bu yüzden hukukun gayeleri önemli bir usul olarak meseleyi çözümlememizi sağlar. Hukukun gayesinin gayesi ise tevhid ve adalete zemin oluşturmadır, denilebilir. Tevhid ve adalet, dinin gayesi olan “saadet”e ulaşmanın hem aracı hem de bu halin sürdürülebilmesi için amacıdır.

İnsanın mücadelesi nihayetinde kendisiyledir. Kendini, yapmaktan hoşlandığı ile yapmak zorunda olduğu şeyler arasında sıkışmış hisseder ve bu ezelî mücadele ömürlük bir uğraşıya dönüşür. Dinler, bu sıkışmışlığa sebep olan tarafları ahenkli bir uyuma sokabilmek iddiasındadır. Modern hayatın, mesuliyetten kaçarak özendirdiği haz merkezli yaşam alanına karşın dinler, mesuliyetin kutsallığına vurgu yaparlar. Hazzın sınırlarını zorlayan insanlar ya düşünmeyi reddederek edna derekesinde bir hayata razı olurlar ya da hazzın tatmin tahribatını fark edip kendilerini kurtarmanın peşine düşerler.

Akl-ı selim insanlar, yapmak zorunda olduklarını aynı zamanda yapmak istedikleri bir uğraşıya dönüştürebilirler. Daha doğrusu bütün insanlarda bulunan bu dönüştürme potansiyelini faal hale getirirler. Bunun için niyetin sıhhati ve gücü dengeli kullanabilme kabiliyeti devreye girer. Temel motivasyon kaynağı ise yapılan ameliyenin ulvi bir amaçla yapılıyor olmasıdır. Yapıyorum ve bu yapmayı istiyorum zira amacım beni de aşan bir ulviyettir, diyebilmek varoluşsal bir bedel ödemekle mümkün olacaktır.

Mesuliyet, içsel bir keşif ile değil de dışarıdan bir enjeksiyonla tatbikata dönüşüyorsa pek verimli olmayacak ve öyle zannediyorum ki salihata dâhil olamayacaktır. Zira maruf, bilinçli bir niyet alışla mümkün olabilendir. Dayatılan ya da maruz bırakılan veya miras olarak kucakta bulunan maruf değildir. Niyetsiz iyilik yani salihat olamayacağı için kişinin çok yönlü üretimi teyakkuzla icra edilmelidir. Gayrısı en fazla hasenat olabilecektir.

Şeriati’nin zindanlardan biri olarak kabul ettiği toplum, insanı kuşatan ve dönüştürebilen gücü sayesinde belki de zindan olarak kabul edilmiştir. İnsan toplumda normlara maruz kalır. Son derece yorucu olan bu hal zamanla toplumun kendisine bakış açısını önemsemeyi doğurur. Acaba ne derler, kaygısı öyle güçlüdür ki insan, hakkında denilecekleri tertip etmekten kendini kaybeder. Hazin olan ise bu kayboluşun farkında dahi olmadan ömür tükenir bazılarında. Bize en güzel örnek olarak sunulan Efendimiz aleyhisselam misali bir arayış içinde olma cesaretini gösteremeyenlerin bu durumu belki de “güvenilir/el-emin olma”dan mahrum olduklarındandır. Bir de bunun mukabilinde toplumun dediğini/normlarını özellikle reddeden bir taraf vardır. Marjinal olmayı mutlak gaye haline getiren ve reddedişte temyiz kabiliyetinden mahrum bir hoyratlıkla hareket edenler muştuladıkları yaşam ve düşünce kalitesini pek de yakalayamazlar. İddiaları özgür olmak olan bu düşünce sahipleri farklı olmanın amaçlaşmasıyla asıl hedeflerini ironik bir şekilde unutur ve köleleşirler. İslam aklı ise akmakta olan hayatın akışına ahenkli bir uyum sağlar ve toplumun uygulamalarına tashihçi bir tutumla nazar eder. Diğer taraftan marjinal olmayı özgürleşme ile aynılaştıran toplumun ötekileri ile de barışıktır. Zira bu amaç sapmasının özünde varoluşsal bir sancının olduğunu kabul eder ve savrulmuş zihinlerinin şifası için yol gösterici olur. Onları kaybolmuş çocukları olarak görür.

Çeldiricilerin iktidarı modern çağın âlemi farikasıdır. Öyle ki kişi, çeldirici selinde kendisini geride bırakarak sürüklenir. Bu akışa direnmek ve hazza meyli tutabilmek ancak bir yerlere tutunabilmek ile mümkün olur. Tutunmak ama topluca tutunmak gerekir.  Yani bir eyleyişi tek başına eylemek yetmez; eyleyenlerle eylemek icap eder. Mübarek kelam da öyle emir buyurur: Rüku edenlerle rüku edin!

Çeldiricilere önlem alabilmek ve insanın kendisini tutuşu öncelikle hazza meyli kabul etmekle başlar. Reddettiğiniz bir gerçekliğe önlem alamazsınız çünkü. Kabul etmek elbette cesaret işidir. Daimi bir bilinç uyanıklığı ise insanın doğasına aykırıdır. Ama azami dikkat şarttır. Tevekkül, bundan sonra gelen makama denir. Birbirimizi büyütmek; ben idrakini biz idrakiyle kemale erdirmek durumundayız. Hüsrandakilerden müstesna olmalıyız. Bu ise hakkı ve sabrı tavsiyeleşmekle olur. O halde yine ve yeniden; Ve’l-asr!

Yorum gönder