Tam ya da Tamam’ın İmkânı

Tam ya da Tamam’ın İmkânı

Yazar: Mustafa Eser

Modern psikolojide kendini gerçekleştirme gayreti, bizim medeniyetimizde insanı kâmil olma gayreti ile karşılanabilir belki. Her iki gayrette de insanın, kendine yapması gereken yatırımlar ve harcaması gereken mesailer vardır.

“İnsan, cismaniyetinin fizikî âlemle ilgisine rağmen bu âlemin fiilî durumlarına bel bağlamadan daima büyük uğraşlar ve işler peşinde koşar, uzun soluklu projeler ve planlar yapar. Bütün bunların sebebi gerçekte insanın bu dünyadan daha iyi bir dünyayı var etmenin arayışı içerisinde olmasıdır. Öyle ki insan daha iyi bir dünyayı gerçekleştirdiğini düşündüğünde dahi ona itibar etmez, onunla yetinmez ve bundan daha iyi bir dünya arayışını sürdürür… ”

-Taha Abdurrahman, Dinin Ruhu

Eşya her daim hareket halindedir. Çok yönlüdür bu hareket. Bazılarınca, şeyler, çok yönlü hareket etmekle birlikte seyirleri çok yönlü değildir. Seyir, ya zevale doğrudur ya da kemale doğru. Kimilerince ise hem kemale doğrudur hem de zevale. Zira her zevalde bir kemal her kemalde de bir zeval olabilir. Bizce hareket şuursuzca yapılan devinimin adı olabilecekken seyir bir amaca mebni bilinçliliği zorunlu kılar. Harekette, hercai iştahla meyletmek varken; seyirde tertibatlı bir emek bulunmaktadır.

Seyrin, amaca mebni olmasının niyetle irtibatı izahtan varestedir. Niyetin kötü olması, iyi olması kadar mümkündür. Niyeti makarrı olan kalbin özünü ise ancak kalbin mutlak sahibi bilecektir. Niyet okuyuculuğu bu bağlamda zemmedilir. Lakin bazı seyir hallerinde aşikâr bir kötülüğe gidiş bulunur. Buradaki kötülüğün varlığı, seyrin tertibatlı bir emekle mümkün olmasına tezat teşkil etmez.

Modernizm, insanların elinden ebedî mutluluğu çalınca; modern insan, mutlu olma temel ihtiyacını yine modernizmin dayattığı “haz, hemen şimdi” diktesini kabul ederek gidereceğine inandırıldı. Dünyayı emanet bilinci ile imar etme çabasını güden Müslüman aklı ile zevkin bütün çeşidini bu dünyada yaşama gayreti güden hedonist akıl nasıl mukayese edilebilir! İlkinin derdi ebedi huzur iken ikincisinin derdi anlık hazza ermekten ibarettir. Tamamlanma arzusunun/ihtiyacının, keyif alınarak elde edilebileceği vehmine kapıldı modern insan. Hâlbuki tamamlanma isteği emek isteyen ve çoğunlukla da haz alınmayan bir seyir halidir.

Modern psikolojide kendini gerçekleştirme gayreti, bizim medeniyetimizde insanı kâmil olma gayreti ile karşılanabilir belki. Her iki gayrette de insanın, kendine yapması gereken yatırımlar ve harcaması gereken mesailer vardır. Emek ve titiz işçilikler vardır. Nihai kertede iyi olma amaçlanır. İyinin sınırlarını belirlemek ise zordur. İyi, daha da iyi, en iyi… girdabının tahribatı bilindiğinden belki de şeriat devreye girer ve orta yolu, ana arter olarak belirler. Denge, mucize bir kelimedir ve keramet dengenin kendisidir. Kimi düşünürler şöyle bir çözüm üretirler: Ulaşma değil yolda olmanın kendisidir, kendini gerçekleştirmek. Bu bizce de makul bir nazariyedir.

Neye tam deriz? Eksikliği ne ile belirleriz? Bu ve benzeri soruların cevabı ancak sınırlar belirlendiğinde verilebilecektir. Çünkü tamlıkta ne kastedildiğinin belirlenmesi müşkül bir iştir. Yapılan her iş, ortaya konulan her bir çıktı, hep hatalı ya da eksik olacaktır. Bu nakısa durduğumuz yere göre artacak ya da azalacaktır. Veya nakısanın boyutu değil şekli değişecektir. Çünkü düşünceler, durulan yerin boyası ile boyanırlar. Mekân, makama imkân tanır. Ayaklarımızı neyin üzerine bastığımız, düşüncemizi hangi kabulün üzerine inşa ettiğimizle muadildir. Hududu bilmek ve bunu izah etmek seyrin hukuku gereğidir. Hal böyle olunca hududu belirlenmemiş iş ve işleyiş, kâmilen iyi olamayacaktır. Hududu belirleme için gücün ölçüsü bilinmelidir. İktidarın alanı nedir? Kudret nereye kadar ulaşır? Neye el erer, nereye el erişmez, bilinmezse hudutlar silikleşir. Tam da yeri gelmişken söyleyelim: En büyük biliş kendini biliştir. Bütün bilişler kendini bilme edimine öyle ya da böyle hizmet ederler.

Belki de iyi, vaat edilecek gayretin ne kadar çıktı vereceğini bilme çabasının kendisidir. “Ben şu ölçekte gayret sarf edebilirim ve bu gayret şu hacimde bir neticeye imkân tanır.” bilgisi kişinin hem kendisi hem de muhatabı için pek kıymetlidir. Dikkat ederseniz halis niyetle çıkılan yollardaki kazaların pek çoğu hududun/haddin dolayısıyla hakkın bilinmemesinden kaynaklanır. Vaatte bulunan zarar eder bu kazada; zira üzerinde yeterince emek harcamadığı için hududunun fevkinde bir taahhütte bulunmuş ve altında ezilmiştir. Muhatabı da zarar eder. Onun zararının sebebi ise vaat edilen üzerinde bir beklenti ile hesaplar yapmış olmasıdır.

Bahsedilen biliş, bekleyenin ya da talep edenin de erdem sorumluluğudur aynı zamanda. Muhatabının gücü nispetinde bir çıktıyı beklemelidir. Gücü nispeti, azami sınır olarak görülmelidir. Gücün hududunu ise gücün yüklenicisi bilir. Beyanı esastır ve bu beyana itibar gerekir. Azami sınırın altındaki çıktılar kınanmamalıdır. Şeriatta azami sınırlar üzerinden değil orta yol üzerinden farz kılınır. Ağyar, nafileye girer ki nafileyi terk kınanmaz. Kişi dilerse nafileyle heybesine azık devşirebilir. Kınanmaz, zira bazen insanların kalpleri sırt döner. Zorlama veya yönlendirici tavsiyeler, talep edilmediği müddetçe zulme dönüşecektir. Yine mesele kişinin bilişine, yani kendini bilişine çıkar. Çünkü ortada bir kandırma varsa bu ancak kendini kandırma olacaktır.

Tamamlanma içgüdüsü, yapılan işi de tam yapma isteğini mecbur kılar. Tam yapmak, yani işin tamam olması hudut belirlemekle ya da hududu bilmekle mümkün olur. Kişinin hududunu bilmesi; gücünü, zaafını, kabiliyetini, çapını hâsılı kendini bilmesi demektir. Kendi üzerinde mesai harcaması ve emek vermesi gerekir ki bu bir ömürlük bir uğraşıdır. Hemen olmaya başlar belki ama hemen oluvermez.

Tamam, kelimesini hoyratça kullanan insanoğlu ne ilginçtir ki çoğunlukla noksanlık duygusu içindedir. Kapital enstrümanlar da bu noksanlık duygusunu köpürtür ve bu duygudan kurtulmanın tek yolunun satın almakta olduğunu ilan eder. “Al ve sahip ol, böylece tamam olursun”, diye her surette görünürler tüketici damgalı insana. Hâlbuki azıcık düşünen insanlar, aldıklarının, tamamlanmasına katkıdan çok içlerindeki boşluğu daha da büyüttüğünü hemen fark ederler.

Tamam olmak için bilgi oburluğu yapanlar vardır bir de. Bilmeyi vukufiyet kesbetme değil de malumat depolama sanırlar. Bildiklerini de kendilerini de daha iyi bir kendi olmak için değil, başkalarını daha iyi yapmak için bilirler çoğunlukla. Faydasız ilimden Allah’a sığınan Peygamberimizin faydadan kastını düşünmek icap eder. Belki de kastı, hadisin devamındaki ürpermeyen kalbe ve doymak bilmeyen nefse ortam sağlayacak bir biliştir. Vallahuâlem! 

Tam olup eksiksizliğin mümkün olmadığını kabul edenler, bütün eksiklerine rağmen yolda seyir halinde olmanın huzurunu yaşarlar sanki. Belki de iyi olma, noksan oluşun, es-Samed olanla haliliyete imkân tanıyan tek kapı olduğunu fehmetmektir. Ve dahî, tam olmak için, tamam olmak için, tamamlanmak için, en sıhhatli yol bu haliliyete talip olmaktır. O halde hududunu, eksiğini, bilmediğini bilenlere selam olsun! 

Yorum gönder