Varlık Tasavvuru
Yazar: Mustafa Eser
Yaratılanlar içinde tek iradeli varlık olan insan ile Allah arasındaki irtibatın, Allah’tan insana doğru olanına ulûhiyet; insandan Allah’a doğru olanına ise ubudiyet denir.
Var ne demektir? –lık ekinin eklenmesi ile oluşan varlık, verilecek anlama göre şekillenecektir. Var, en genel açıklama ile bulunan, yer alan demek. Bu yer alış hem nazariyatta hem de müşahede edilen âlemde olabilir. İnsan aklının şeyleri anlamaya çalışırken başvurduğu en basit yöntem kıyaslamadır. Meseleleri anlamak için kıyaslama hem modern hukuk hem de kadim hukuk anlayışlarında kendine yer bulur. Hukuk, adalet için bir araçtır. Adalet ise hem dinlerin hem de ideolojilerin saadet için gördükleri en makul yoldur. O halde varlık konuşulacaksa, var olanların hiyerarşisi ya da sıralanması kaçınılmaz bir durak olacaktır.
Varlığı sıralamak için sınıflandırmak elzemdir. Sınıflandırma, ortak paydayı belirlemekle başlar. Ortak paydaların kabul edilme niceliği, sınıflandırmanın niteliği ile doğru orantılıdır. Her sınıflandırma bir aidiyet oluştururken ötekilerden ayırdığı için aynı zamanda ayrıştırmaya da imkân sağlar. Aidiyet ve ayrıştırma bir eylemin iki yüzü olarak okunabilir. Her iki veçhenin de tehlikeleri görülebilir elbette. Bununla birlikte sınıflandırma, anlamın aktarımı için ergonomik bir yöntemdir.
Ortak payda belirleme işi, durulan yere göre değişiklik arz edebilir. Sınıflandırmayı yapma amacına göre birçok şekle bürünebilir. Biz inananların varlık için yaptığımız en genel tasnif; Yaratan ve yaratılanlar şeklinde olandır. Yaratan bir tane yaratılanlar ise pek çok sayıdadır. Yaratan ile yaratılanlar arasında ontolojik bir farklılık olmasına rağmen her iki kategori de var kümesinin içindedir. Ama bu ortak payda ile birlikte kahir ekseriyete göre aynı değildirler.
İslam düşüncesi içerisinde Allah ile diğer varlıkların irtibatı ya da ilişkisi farklı biçimlerde açıklanmaya çalışılmıştır. Kimilerine göre Allah, varlığın ta kendisidir ve O’ndan gayrı hiçbir şey yoktur. Çoğunluğa göre ise Allah, yarattıklarının dışındadır ama aynı zamanda her yerde olandır. Bu farklı tasarımlarla birlikte, İslam düşüncesinde; yaratılanlar arasındaki ideal irtibatın adalet olduğuna inanılır. Ve İslam’ın, dolayısıyla Müslümanın amacı da bu adaletin tesisidir. İşte iman denen olgu, bu adaletin tesisinin ancak İslam ile olacağına inanmaktır.
Yaratılanlar içinde tek iradeli varlık olan insan ile Allah arasındaki irtibatın, Allah’tan insana doğru olanına ulûhiyet; insandan Allah’a doğru olanına ise ubudiyet denir. İtikadımızca ulûhiyette hiçbir nakısa olmaz. Ama ubudiyette birçok gedikler olabilir. Ubudiyetin zirvesi tevhit ile kuşanmaktır. La ilahe illallah cümlesiyle başlayan tevhit akidesi, son nefese kadar hayatın bütün istasyonlarında ve katmanlarında devam etmelidir. Bunun için sevgi, korku ve ümit gibi temel duygular başta olmak üzere hiçbir şekilde; hiçbir durum ve şartta Allah’a ortak koşulmamalıdır. Bu erdem, tercih edilebilir olduğunda/olduğu için kıymetlidir. O yüzden denir ki tercih yoksa iman yoktur.
Ubudiyetin getirdiği bir de mesuliyet olgusu vardır. Kişi, başta kendisini ve kendisi için belki de gayrısını, tanıma yani marifet ile mükelleftir. Zira hem iradesinin faili olan aklı bu donanımla mücehhezdir hem de o aklın işlevinin doğal bir sonucudur mesuliyet. Marifeti arttıkça mesuliyetinin alanı da derinliği de artacaktır. Sorumluluğu besleyen emanet bilincidir. Mâlik olan Allah’tır. Her ne varsa bizde, bize emanettir. Ağaç gölgesinde gölgelenen bir yolcu misalidir bu dünyada Müslüman. Emaneti, sahibine, başına bir halel gelmeden teslim etme kaygısı ile bin ölçer bir biçer. Bu yüklenişe, bu ince işçiliğe kulluk denmez mi zaten? Dağa taşa, güneşe aya; mikrodan makroya bütün âleme bu nazar ile bakar Mü’min. Eşyayı, varoluş ortak paydasında, muhatap kabul ederek tanımaya, onunla tanış olmaya gayret eder, batı aklının yaptığı tanımlama üstenciliğine bürünmez. Tabiatın yasalarına saygı duyar. Âleme karşı, atalarından devraldığı bir miras muamelesi yerine; geleceğine devredilmesi gereken bir emanet bilinci ile tavır alır. Anlama gayreti çeker. Neyin âlem için iyi olacağına kafa yorar ve kendisini merkeze konumlandırmadığı bir duruş ile biz bilincini, inşa edip muhafaza eder.
İnsanın kevniyata karşı imar gücü de imha gücü de aynı orandadır. Fücur ve takvanın kendisine ilham edildiği bir vecheyn ile hayatı kurgulayabilen insan, iradesinin imkân olduğu kadar imtihan olduğu hikmeti ile yüzleşir. Bu yüzleşme, ona bir kez daha, mesuliyeti hatırlatmalıdır. Fesada değil ıslaha; gazaba değil felaha yönünü çevirmeli ve gayretini bu istikamette harcamalıdır. İnsanın işi zordur. Bizce motivasyon kaynaklarının içinde en kıymetlilerinden biri, âlem ile kardeş olduğu düşüncesidir. Yerde ve gökte bulunan her şey Allah’ı tesbih ederler ayetindeki tesbihat korosuna dâhil olabilmek, ancak bu kardeşlik şuuru ile gerçekleşebilecektir. Bu kardeşliğe erenlere hem aşk olsun hem de selam olsun!
Yorum gönder