Temsil mi Misal mi?
Yazar: Mustafa Eser
Temsil de misal ile aynı kökten gelen bir kelimedir. Temsil, bir kimse ya da topluluk adına davranma; bir şeyi belirgin özellikleri ile yansıtma anlamlarına gelirken misal ise bir, benzer, eş gibi anlamlara gelmektedir. Misal daha çok söyleme malzeme iken temsil ise daha çok amele taalluk ediyor, denilebilir.
“Temessül etmediğin (özümsemediğin) bir değerin temsiline (örnekliğine) soyunma; çünkü bu hâl seni hem riyâkâr kılar hem de maskara yapar… Sözle savunduğun ama hâlle temsil etmediğin değeri de insanlar nezdinde itibârsızlaştırır.”
İhsan Fazlıoğlu
Bir meseleyi misalsiz aktarabilmek, o meselenin ne’liğine dair uzunca bir mesai harcandığının delilidir. Kanaatimizce misal vermek, meselenin anlaşılmasına katkı sağlıyor gibi görünse de meseleyi örtebilir. Meselenin, verilen misal eksenine kaymasına, o misalin dışında düşünülmesine engel olabilir.
Verilen her bir misal bir çerçeve çizer. Bu konunun dağılmaması adına önemli iken aynı zamanda anlamı kısıtlamasından dolayı da tehlikelidir. O yüzden cevhere taalluk eden anlam, misalsiz aktarılmalıdır. Misalsiz, anlamın konuşulabilmesi de mefhumun aktarılması da zordur. Misal vermenin bir başka tehlikesi ise misal veren kişinin verdiği misalin, o kişinin kişisel tarihinden izler taşıması ve aktarmaya çalıştığı şeyi o tarihle boyuyor olmasıdır.
Temsil de misal ile aynı kökten gelen bir kelimedir. Temsil, bir kimse ya da topluluk adına davranma; bir şeyi belirgin özellikleri ile yansıtma anlamlarına gelirken misal ise bir, benzer, eş gibi anlamlara gelmektedir. Misal daha çok söyleme malzeme iken temsil ise daha çok amele taalluk ediyor, denilebilir.
Meseleler üzerinde mesai harcarken o meselenin, neye işaret ettiği ya da ne zaman zuhur ettiği gibi tali başlıkların değil bizzat ne olduğu gibi temel başlıkların altı doldurulmalı değil midir? Ne olduğu, ne-asıl, ne-eden, ne-için, ne-zaman vb. birçok sorunun doğru cevaplanabilmesi için elzemdir. Bir yargı yani önerme de işin özünde o şey için sorulan “ne?” sorusunun cevabıdır.
Dikkat edilirse derin düşünce, karmaşık düşünce demek değildir. Derin düşünce basit soruların peşinden gidebilmekle mümkündür. Zira cevabı zor sorular basitçe sorulmuş sorulardır: Mutluluk ne demek? İyilik ne demek? Azap ne demek? Normal ne demek? Zaman ne demek? “Ne” ne demek? gibi.
Budaklanan bağlantıların dağınıklığına hâkim halde, istikrarlı bir takip neticesinde duru bir netliğe kavuşulabilecekken; her bir kılçığı omurga zannedip orijin kaymasına sebep olmak makul bir yöntem olmayacaktır. Bundan sakınmak yine basit düşünce ile mümkün olabilecektir. Dağınık ve nereye odaklanacağını bilemeyen bir zihin, pek çok ayrıntıyı ıskalayabilecektir. Her şeye hâkim olma iştahı, şeyleri tarayabilmenin pratikleşmesiyle birleşince ortaya her şey hakkında hiçbir şey bilmeyen modern bir insan türü çıkmasına sebep oldu. Zeki olmayı akıllı olmaya tercih eden bir insan türü. Ya da tarama yapmayı ve göz gezdirmeyi, içselleştirmeye yeğleyen bir insan türü.
Zeki insan ahlaksız olabilir belki ama akıllı bir insan ahlaksız olamaz gibi geliyor bana. Zira zekilik, kıvraklığı ve hinliği bana çağrıştırıyor. Bir de elbette kesbî değil vehbî olması var. Akıllı olmak ise doğasına uygun bir emekle elde edilmeyi çağrıştırıyor. Sanki zekâsını yaratılışına uygun şekilde işletmiş ve emek harcayarak tercihlerini marufa yönlendirmiş gibi okuyorum.
Bir vakıanın kötü bir temsili (sui temsil) olabilir. Bu, o vakıanın kötü olduğu anlamına gelmez. Bir vakıadan kötü bir misal de (sui misal) verilebilir. Bu yine o vakıaya kötü damgası vurulabileceği anlamına gelmez. Her düşüncenin kötü bir savunucusu, aktarıcısı ve o düşünceye kem nazar ile bakanları hep vardır. Ama vakıanın taşıyıcısının kalibresine bakılarak, vakıa hakkında yapılan öznel yorumlara pek çok kez rast geliriz maalesef. Burada, temsilde de bir tahribat olduğu düşünülerek, söylendiği üzere o vakıanın ne’liğine bakmak makul olacaktır.
Misal vermek bir zekâ alameti olabilir. Ama bir şeyi temsil etmek yalnızca akıllı olmakla mümkündür. Çünkü zekilik ortaya çıkan engelleri pratik bir yöntemle çözebilir ve bunu yaparken de en kestirme yolu yani en az emek harcanacak yolu seçebilir. Aktarım esnasında anlamın kendisi ile ilgilenip onun ne’liğini sorgulama zahmeti yerine aşağı yukarı benzeyen bir örnekle aktarımı pratize edebilir. Ama akıllı olan ise kısa vadeli çözümler yerine daha kuşatıcı ve bir o kadar köktenci çözümler için işçiliğe soyunur. Dolayısıyla aktarımını yaptığı anlamı, efradını cami ağyarını mani bir titizlikle taşır. Bu ise temsil ile vücut bulur. Merhum Doğan Cüceloğlu bir paylaşımında şöyle söylüyor: “Zekâ kendi çıkarı doğrultusunda şimdi burada sorunu çözmeye, akıl hepimiz için uzun vadede sorun çıkmamasına önem verir. Ailede, işyerinde ve toplumda zeki insanlara mı, yoksa akıllı insanlara mı değer veriliyor, içiniz bilir.”
Anlamlı cümle kurmanın önemsenmesi kadar ahlaki hayatın da önemsenmesi; uçurumun kenarında olan bizler için ve güya rehber olmaya çalıştığımız gençlerimiz adına hayati bir öneme sahiptir. O halde, “bana anlatma, bana göster”, diyen canları duyalım. Onların bu talebine cevap olsun diye değil; erdemin o olduğunu kabul ederek işe koyulalım. İnandığımız değerleri cümlelerimize misal değil ömürlerimizde temsil iştiyakı içinde olalım, derim.
Kişi kötü misal verebileceği gibi kötü temsil de yapabilir elbette. Kötü misal, işaret sadedinde olmasından kaynaklı belki de kolay bir üretimdir. Ama temsil bizzat faaliyet gerektirdiği için pratik değildir ve zordur. Temsil bu emekten kaynaklı muteberdir. Davranış, davranıştan öğrenilir. Terbiye de aslolan temsildir. Ahlaki aktarım ancak temsil ile olabilir. Her birimizin kulağı öyle çok misalle dolu ki temsil edebilme fikri bile pek çoğuna göre afaki. Dinleyen dinlediğini misal vermek adına zapt ediyor; öğrenen öğrendiğini misalde kullanmak için öğreniyor. Temsil yani tatbik ise ideal ve ulaşılamaz görünüyor.
Bize en güzel örnek olarak sunulan birisini tanıyoruz hepimiz. Aleyhissalâtü vesselâm! O, kendisine vahyolunanı misal olarak değil bizzat temsil ederek aktardı. O’na ve bu sancıyı çekenlere selam olsun!
Yorum gönder