Sükûnet için Mesken

Sükûnet için Mesken

Yazar: Mustafa Eser

İyilik, öyle bir güce sahiptir ki ondan gafil olduğunuzda tükenebilir, zehirlenebilirsiniz. İyilik pek çok surete bürünebilir. Bu suretler arasında inşa ve imar da vardır.

“Sanat eseri, varlık ve kâinat tasavvurunun yapılana yansımasıdır. Eserini ortaya koyarken aldığı her karar, sanatkârın varlık ve varlığın güçleri hakkındaki tasavvuruna göre şekillenir. Bu özellikleri ile sanat, din ve ahlak alanında yer alır.

Biçim ve varlık tasavvurunun bütünlüğünün bilinci ile oluşan sorumluluk, tutarlılık duygusu “beşer”i “insan”a dönüştüren adımdır.”

Turgut Cansever – Mimarî Üzerine Düşünceler 

Debdebeli bir hayatın içinde modern insan. Öyle çok güzelliği ıskalıyor ki. Hızın ve hazzın peşinden delice koşarken çoğunlukla kendini de geride bırakabiliyor. Modern insanın bütün emeği dışarıdaki lezzeti olabildiğince zirvede duyumsamak. Evini ise barınmak ve yeni hazlar için hazırlık yapılan yerden öteye geçirmiyor. Hâlbuki insanın ihtiyacı olan şey, evin dışındaki haz değil. Onun ihtiyacı evin içindeki sükûnet. Bunun için gerekli olan en önemli şey ise mesken; yani sükûn bulduğu ev. Modern insan bu zaviyeden bakıldığında evsizdir. Yersiz ve yurtsuzdur.

Güzel ile arzuladığımız temas, kendimizi tartmamız için bir fırsat olabilir. “Güzel”e sahip olma içgüdüsü ile başlayan süreç erdem arttıkça farklı duruşlara sebep olur: “Güzel”e şahit olma, “güzel”i üretmek ve nihayet “güzel görme yani/belki “güzelleştirme”.

Etrafına sirayet etmeyen ve etrafının sirayet etmediği insan yoktur. Zira ünsiyet insanın varoluşsal bir zorunluluğudur. Madem etkileşimsizlik mümkün değil o halde irade sahibi insan, bu etkileşimi maruf adına kullanmak durumundadır. Çünkü meçhuller âleminde kaybolmuş insanın huzur bulacağı tek yer vicdanının onayladığı iyilik kapısıdır. İyilik, öyle bir güce sahiptir ki ondan gafil olduğunuzda tükenebilir, zehirlenebilirsiniz. İyilik pek çok surete bürünebilir. Bu suretler arasında inşa ve imar da vardır.

Doğada olanı maksadına uygun halde şekillendirip yeni formuna isim verme kabiliyetine sahip olan insan, şayet mesuliyet bilinci ile hareket ederse isim verebildiğinin kendisine emanet edildiğinin de farkına varabilir. Ona malik olma hercailiği ile değil ondaki hikmete talip olma arifliği ile vaziyet alır.

Suret oluşturabilme kabiliyeti, insanın eşyadan bir mekân tertip edebilmesine imkân verir. İnşa ve imar mesuliyeti, mekânın şekillendirme gücü fark edilince tetiklenir. Bulunduğunuz zemin sizin hem düşünceniz hem zevkiniz hem de inancınız üzerinde ciddi bir tesire sahiptir. Aynı şekilde inancınız, ihtiyacınız, isteğiniz ve çeşitli kaygılarınız da sizin mekânı şekillendirmenize sebep olur. Bunu ömrü boyunca defaten deneyimleyen insan, mekânın işlevselliği kadar estetik olmasına da titizlik gösterme gayretinde bulur kendini. Kimisi bu güzelliğe malik olmak ister kimisi ise güzelleştirme derdine düşer.

Mekânın tertibi ve tanzimi bir medeniyet gerektirir. Mimari ancak belli seviyeye sahip medeniyetlerin elinde amaca hizmet eder. Mimarinin amacı barındırdığı insana da insanlığa da hürmete layık olduğunu göstermektir. İnsan bulunduğu yerde bir kenar süsü değil aslî unsur olduğunu bilir. Bunu mümkün kılan, mimarinin, insan ve insanlık merkezli kurgu kabiliyetidir.

Bir orijinden, bir merkezden bahsedemezseniz bir sabiteden de bahsedemezsiniz. Sabite yoksa ne nazariyat vardır ne fikriyat. Sabite yoksa ne sanat mümkün olur ne zanaat. Tedrisat da olmaz sabitesiz. O halde üretim ve anlam ortak paydalı pek çok çıktının aktarımı için sabite elzem haldedir. Bu sabite zorunluluğu mimaride de aynı ciddiyetle varlığını gösterir. Merkezden söz ediyorsanız o merkeze ulaşan yoldan da bahsetmelisiniz. Yol sizi merkeze ulaştıramıyorsa o yolun dosdoğru yol olmadığı aşikâr olur. O halde mimarinin sabitesi ve dolayısıyla merkezi ne olmalıdır?

Bu âlemde her ne varsa onun bir merkezi vardır. Mesela tavaf bir merkezin yani evin etrafında yapılır. Müthiş bir ahenk ve düzen gerektiren, biteviye vuku bulan bu ibadetin merkezinde bir mesken, yani bir ev bulunmaktadır. Sembollerle dolu olan hac ve umre ibadetlerinin, tavafta neyi sembolize ettiği aşikârdır; ev, hayatın ve davanın merkezine alınmalıdır. Asla ihmal edilmemelidir.

Mekânın insanı merkeze alan kurgusu insana, dolayısıyla insanlığa ve nihai olarak marufa hizmet etmesinden, meşrudur ve muteberdir. İnsanın merkeze alındığı mimari düşüncede insanın iskânı için mesken gündeme gelir. Mesken, sakin olunan yer anlamındadır. Sükûnet bulunmayan yere mesken denilemez. Yalnızca barınmayı karşılamasının bir yerin mesken olması için yeterli olmadığını aziz kitabımızdan öğreniyoruz: “Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı…” (Nahl:80) Sükûnet duru bir ihtiyaç olduğu kadar zor muhafaza edilen bir haldir. Sükûnet için ihtiyaçların tespiti elzemdir. İnsan sükûnet için neye muhtaçtır?

Sükûnet insanın arınması ile mümkün olacaktır. Fazlalıklarını, ihtiyacından arta kalanlarını hayatından çıkardıkça arınma gerçekleşecektir. Bu arınmaya kalpten ve akıldan başlanmalıdır. İnsanın aziz olması için her türlü şeriklerden kurtulması icap eder. İşte bunun adı tevhid değil midir? Görünür âlemde ise barındığı ve iskân olduğu meskeninden başlamalıdır arınmaya. Zira insanın en maskesiz hali meskenindeki halidir. Maskesiz halin razı olunan hal olması için kişinin özünün ıslah olmuş olması icap eder. Dışarıda ötekine karşı çeşitli kabiliyetlerle -mış gibi davranabilen insan evde en yalın haliyledir. Rol yapacağı birileri yoktur. Evdeki yalın halinin kalitesi kadardır insan. O yüzden Kur’an, “nereden başlanmalı?” sorusuna evden başlanması gerektiğini söyler: “Mûsâ’ya ve kardeşine şöyle vahyettik: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi ibadet mahalli yapın ve namazı kılın…” (Yunus:87)

Meskenin ruhu olmalıdır. Bir anlamı ve tabii olarak amacı olmalıdır. Meskene bu ruhu veren insandır. İnsan meskenine sirayet eder ve meskeninden müteessir olur. Bundandır ki meskenin imarı, insanın imarına denk düşer. Mimari faaliyet, son derece titiz işçilik isteyen bir alandır ve ranta kurban edilmeyecek kadar ehemmiyet arz etmektedir. Mevcut gerçeklik, kalite ve emeğimizin ortalamasıdır. Güzelleştirebilme makamı için baktığımıza değil bakışımıza odaklanmalıyız. Belki o zaman meskenlerimiz sükûnetin merkezi olur.

Son söz İsmet Özel’e ait olsun:

Herkesin bahanesi var, senin yok

günahlı bir gölgenin serinliğinde

biraz bekleyebilirsin, daha sonra

burada kalamazsın, başa dönemezsin

ama dön

Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!

Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!

(Of Not Being A Jew)

Yorum gönder