Utanç Eşliğinde Mürebbi Keşfi

Utanç Eşliğinde Mürebbi Keşfi

Yazar: Mustafa Eser

Utanç, hem başkalarının gözündeki ben ile hem de benim gözümdeki ben ile ilgili olduğundan iki yönlü etkiye sahiptir. Başkalarının nazarındaki beni aşırı önemsemede ve hatta onlara uygun hale getirme gayretinde, ciddi bir benlik yetersizliğinin varlığından bahsedebiliriz.

 “Utanmıyorsan dilediğini yap!”

Hz. Muhammed (sav)

Başka insanların kafaları, gerçek mutluluğun bir yer

 edinip oturabilmesi için pek zavallı yerlerdir.”

Schopenhauer

“Sen yabancı değilsin.” beyanı ile başlayan konuşmada ne anlaşılsın istenmektedir? Bu cümle kurulduğunda, ardından gelecek cümleleri, muhatap hangi donanımla dinlemelidir? Bunlara cevap verebilmek için yabancıya yüklenen anlam üzerinde düşünülmelidir. Yabancı yaban kelimesinden türer. Farsça olan bu kelime sözlükte; verimsiz, faydasız, boş anlamlarına gelir. Yabancı da bu bağlamda bulunulan merkezden uzak, dolayısıyla barbar; benim varlığıma faydasız olan, anlamlarında kullanılmaktadır. Yabancı olanla yabancı olmayana yani biz(?)den olana karşı bir tavır değişikliğini makul ve makbul görebilmenin utanma fenomeni ile ilintili olduğunu iddia edeceğim.

Utanmak için kişinin iç dünyası ile vitrini arasında tutarlılık gibi bir derdinin olması icap eder. Sosyal statüsü ile aslında olduğu kişilik arasındaki tenakuz ya çok iyi bir ikiyüzlülük ya da öz saygısını kaybetmekten daralmış bir ruh doğuracaktır. Kendisine saygı duyma edimi için de kendi’ye karar vermek yani ben derken kastedilen anlam üzerinde mesai yapmak gerekir. Bir de tutarlı olunmak zorunda mıdır, evet ise ne ile ne arasında bir insicam olmalıdır? Mesela arzu edilen ile aslında doğru olduğuna inanılan şeyler arasında kişi hep bir mücadele içindedir. Bazen arzu edilen şey kişinin bütün varlığına baskın gelir ve kişi arzusundan ibaret hale gelir. Bu haldeyken ben derken kastettiği ile ödevlerini yerine getiren bir mesul iken ben dediğinde kastettiği aynı ben olmayacaktır. O halde tutarlılık iddiası temkinle yaklaşılması gereken bir iddiadır, diyebiliriz.

Utanma duygusunun tezahürü insanın sosyal çevresine bağımlı olmasıyla yakından ilgilidir. Ayıp olarak kabul edilen durum başka kültürde ayıp kabul edilmeyebilir. Bu, bireyin sosyal çevresine ve bu çevredeki statüsüne göre değişecektir. Diğer yandan hukuki olarak suç kabul edilen bir eylem ayıp mıdır? Ayıp olan eylem, hukuksal zeminde suç mudur? Mesela nezaketsizlik ayıp olarak kabul edilirken hukuki bir yaptırımı yoktur. Hukuk sosyal birliktelik ve nizam için çok daha ciddi bir alana sahip iken insanların fikirlerini, estetik görüşlerini, sosyal ilişkilerini ve diğer pek çok alanı, daha çok neyin utanılacak neyin utanılmayacak olduğu belirler. İnsanların hayatlarında utanma fenomeni temel belirleyici haldedir. Sosyal bağımlılık, tamamlanma amacı ile bir gruba dâhil olmayı doğurur. Uyumdan ziyade çoğunluğun akışına teslim olma konforu, utanma tarafından tetiklenir. Zannediyorum utanma ameliyesinin itibarı, utanmanın hangi sebepten kaynaklandığı ile direkt ilgilidir. İkincisi de kime karşı utanç duyacağı ile irtibatlıdır. Mesela Allah’a karşı duyulan utanç hukuki olarak bir yasağı çiğnemekten de kaynaklanabilir, yapılması gerekeni layıkıyla yapmamaktan da kaynaklanabilir. Hatta bazılarınca bu ikisi çoğu kez aynı şeydir. 

Hesap verme bilinci ile yaşanılan hayatın, tâbî bulunduğu hukukun da temel referansı olarak kabul edilmesi icap eden ilahî bağlantısı, utanmanın meşru illeti olabilir. Fakat bunun dışındaki normlar bu halden daha agresif bir tutuşla kişinin tercihlerinin belirleyicisi konumundadır. Bu derin bir kırılmadır. Artık utanma bir mürailik halidir. Utanan kişi için bir totemdir artık. Statüyü yani mevcudu muhafaza etme hesabı ile akıntıda kaybolmak, utanmaya göre daha kabul edilebilir hatta arzu edilir noktaya ulaşır. Kayboluşta pek çok mesele, istiyorum ile gerekçelendirilebilir. İstemek temel ve sorgulanamaz bir mazeret ve açıklamadır burada. Hâlbuki statüyü korumak ve kitleden kopmamak için gösterilen emekte, istiyorum, bulunduğum kitle bunu istiyor, anlamına gelir. Çünkü akıntıda kaybolmuşluk, en önce kişinin kendinden vazgeçmesi ya da kendini akışa göre yeniden oluşturması anlamına gelir ki ikisi de aynı neticeye; kişinin benliğinin buharlaşmasına çıkacaktır.

Utanma duygusunun zıddı bağımlısı olduğunuz topluluğun onayını alma halidir. Kitlenin onayı ise onların bakışına, görüşüne, zevkine ve menfaatine uygun olana karşıdır. Şayet kişi herhangi bir çıktısı ile topluluk için tehlike arz ediyorsa onaylanamaz. Dışlanır ve utanca mahkûm edilir. Bu, ilahi bağlantısı ve ilkel çıkarları dışında ulvi gayeleri olan medeni toplumlarda, toplumsal inşanın bir koruyucusu olabilir. Sair toplumlarda ise şahsiyetin yitirilmesi demektir. O halde kişi bulunduğu toplulukla var olduğundan ondan bağımsız değerlendirilmemeli ve herhangi bir kurguya girişilmemelidir.

Utanmış olmak da bazen utanç kaynağı olur. Kişi utanır ve bu utancının varlığından ayrıca utanır. Ya da bu utanca şahit olanlar utanır. Utanç, diğer duygular kadar sirayete müsait akışkanlıktadır. Utanç, hem başkalarının gözündeki ben ile hem de benim gözümdeki ben ile ilgili olduğundan iki yönlü etkiye sahiptir. Başkalarının nazarındaki beni aşırı önemsemede ve hatta onlara uygun hale getirme gayretinde, ciddi bir benlik yetersizliğinin varlığından bahsedebiliriz. Kendini var kılmada ve kendini gerçekleştirmede atıl ve gafil olma yani mesuliyetten kaçma, statüyü korumak için her türlü tavizi verebilme hali ile neticelenecektir.

İşimizin olduğu herhangi bir yerde, tanıdık arama gayreti ile tanış olma işçiliği aynı yerde durmamaktadır. Tanıdık üzerinden kendimizi güçlü hisseder ve kendimizi yalnızlığın ürkütücülüğünden kurtulmuş sayarız. Hatta tanıdık yoksa tanıdığın tanıdığı bile işe yarayabilir. Gizli; belki de aleni bir ayrıcalık talebidir. Hâlbuki bu usul ciddi bir hukuk güvensizliğinden kaynaklanır. Muhatabın nazarında yabancı ise birisi ne ile karşılaşacağından emin olamayacaktır. Zira tanıdık olduğunda bize gösterilecek muamele “sen yabancı değilsin” üzerinden, özel olacaktır. Bunu kınamak yerine buna talip olmak ciddi bir ahlaki sorun teşkil eder. Ama tanış olma işçiliği hem yeni bir fırsat hem de emek alanıdır.  Herkese uygulanan muamele beklenir ve bu muamelenin zaten muteber olması gerekmektedir. Farklı bir talep olamaz, olmamalıdır. Bir mücahede olacaksa herkes için olması gereken muteber muamele için olmalıdır. Ayrıcalık talebi, kişilik yetersizliğinin bir başka tezahürüdür. Bu yetersizliğin ve güvensizliğin utancını yaşamak; burayı ikmal edip çaba harcamak yerine, maalesef, aslında utanç duyulacak talepler yeğlenmektedir.

Yabancı olanla yabancı olmayana karşı takınılan tavırdaki değişiklik haliyle bir maskeyi de zorunlu kılar. Maskesiz tavır utanca sebep olur. Bu iki farklı tavırdan hangisi tutarlıdır? Maskeli tavır kişiyi utançtan uzaklaştırıyorsa meşru kabul edilebilir mi? İnsan dışarıya yansıttıkları ile sosyal ortamda değerlendirmeye tabi tutulur ve ilişkiler bunun üzerine inşa edilir. Hukuksal alanda da bu görünürlük üzerinden işleyiş sağlanır. Bu bağlamda yabancı olmayana karşı muamele nereye kadar, ne ölçüde farklıdır? Bu farklılığın ahlaki ve hukuki mazereti olabilir mi?

Utanmıyorsan dilediğini yap, öğretisinde kastedilen utanma, zannediyorum, kişinin özüne ve varoluş sancısına aykırı olan ameliyelere bir tür set çekme amacı güder. Utanma bu yönüyle koruyucu bir nimettir. Sakındırıcıdır. Yoksa utanmanın statü koruma amaçlı refleks şekli, öğretinin kastının dışındadır sanki.

Utanmanın bir koruyucu donanıma dönüşmesi için utanılacak mercînin ne olduğuna dair gösterilecek hassasiyet ile utanmazlığın cesaret ve özgüven olduğu dayatması karşısında gösterilecek direnç aynı noktada mülaki olur; insanın çok katmanlı ve boyutlu yapısının terbiyeye duyduğu ihtiyaç. Ontolojik olarak hem içkin hem de aşkın bir varlığın terbiyesine. Dileyen icat eder, dileyen keşfeder.

Yorum gönder